Kökeni Antik Yunan kültürüne dayanan, günümüzde “kibir” anlamında kullanılılmaya devam eden Hubris, aynı zamanda Altan‘ın ilk kısaçaları için seçtiği başlık. Seçkiden kibirli insanlara eleştirel yaklaşan aynı adlı ilk tekli, artık arkasında 5 yeni şarkıyla bir albümün bağlayıcı son sözü formunda. Nasıl şarkılar bunlar? En basit tabirle doomer ruh halini yansıtan, post-punk’tan indie’ye, darkwave’den gotik alternatif rock’a uzanan, arada sırada gölgeden bir adım öteye çıkıp aydınlığa da elini uzatabilen şarkılar.
Altan bir süredir teklileriyle kendini keşfediyordu. “yapamadım”, “bizden değil” ve “otoban leşi” adlı 3 el emeği göz nuru şarkısında sunduğu çok renklilik gözümüzden kaçmamıştı. Hubris ile bir kez daha ev ortamında kaydettiği şarkıları gönlümüze aktaran genç müzisyen, her şeyiyle -isteyerek yahut istemeden- gerçek bir izolasyon albümü ortaya çıkarmış. Karşımızdaki 6 şarkı neredeyse baştan sona ev ortamının o geceleri huzur veren loşluğunu, kendi halindeliğini yansıtıyor. Doomer içine kapanıklığı ve hayalciliğinin dinleyeni hür kılan o çok tanıdık doğası inkar edilemez biçimde önümüzde dikiliyor.
“Bırak” indie-garaj rock sularında gezinen gitarları ve Julian Casablancas‘vari vokal tonu ile Is This It? dönemi Strokes‘u akla getiriyor. Dansa davet eden ritmlere sahip “Zaman” seçkinin en temiz ve yumuşak başlı işi olarak dinleyene birebir vakit geçirmeye hasret olduğu yaz güneşini anımsatıyor. “Eğlenmeliyim ölmeden” gibi bir motto’ya sahip bu tatlı bestenin ardından ani bir karanlık sarıyor bünyemizi: “Haydi akıt zehri üstüme / Kemiklerim kırılsın”. İlk iki şarkıda yanıltıcı bir aydınlık sunan Hubris, “Zehir”den itibaren doomer estetiğini üstümüze boca ediyor.
İkinci yarının müzikal anlamda en ılımlı yüzü “Boşluk”, elbette sözleriyle aksi yöndeki beklentilerimizi boşa çıkarmıyor: “Kimse bana gelmedi / Fareler ve kurtlardan / Sıra size gelmeden / Bıktım tüm oyunlardan”. Albümün zirvesi diyebileceğimiz “Bataklık” akla Bauhaus, The Cure, Sisters of Mercy gibi sayısız gotik rock / post-punk efsanesini getirirken kendine has bir dokunuş yaratmayı da başarıyor. 5 dakikaya yaklaşan süresi boyunca hakiki bir bataklık misali insanı durmadan aşağı çeken, içinde gönül rahatlığıyla yitip gidebileceğimiz bir iş olduğu kuşku götürmeyen bir gerçek. Hemen ardından beste yapısı ile albüme mütevazı ama yerinde bir kapanış sunan “Hubris” geliyor, bitiminde albümü başa sarmalar başlıyor.
Kendi sesini şekillendirmeyi sürdüren bir sanatçının bu ilk albümü, Altan’ın kendi geliştirmeye bariz yatkınlığıyla bile heyecan yaratıyor. Tümüyle evde kaydedilen bir eser olarak alkışlanası bir azim taşıyor içinde Hubris. İçinden geçtiğimiz süreçle uyumlu, “dört duvar arasında” bir hisle hareket ediyor oluşu ise albümün güncelliğine ve bağ kurulabilirliğine güç katıyor. Bir şans vermeden geçmeyiniz.