“Kurgusal Radyolar Kısım 2″ye hoş geldiniz. İlk kısımda bilgisayar oyunlarında karşımıza çıkan kurgusal radyoları anmıştık. Bu yazıda ise kurgusal radyoların albümlerde açtığı yaratıcılık alanlarını, örnekleri üzerinden gözlemleyeceğiz.
Bu senenin bilindik albümlerinden The Weeknd’in Dawn FM’inde Jim Carrey’nin bir radyo sunucusu olarak karşımıza çıktığı örnek gibi doğrudan radyo konsepti üzerine kurulu çeşit çeşit albüm bizi karşılamıştır. Her ne kadar “konsept albüm” ucu fazla açık bir kavram olsa da radyo konsepti bu tanımın altını dolduran az örnekten biridir. Konsept albümler dışında Black Midi’nin son albümü Hellfire’daki gibi radyo sunucuları; albümlerde bir ara, giriş veya çıkış görevi görebilir.
Keep that dial locked to 66.6 Hellfire
Black Midi, Half Time
With yours truely, Radio Raheem
Bu parçada Radio Raheem’e ve muhtemelen Public Enemy‘ye çakılan selamı görmek için Do The Right Thing‘den bir başka kurgusal radyoyu hatırlayalım.
Radyonun tematik kullanıma açıklığında nostalji, ilk akla gelebilecek anahtar kelime olsa da yıllar boyunca- ve kimileri için yıllara rağmen- müziğin tüketilmesinde birincil yol olması da es geçilmemeli. Ancak bu tür romantizasyonları bir kenara bırakıp da radyonun ticari yozlaşmaya açıklığı ve bunun nasıl sonuçlara sebep olduğu gibi faktörleri de görmüyor gibi yapmamalıyız. Bunun üzerine söyleyecek lafı olan sanatçıların gittiği yol da yine radyoyu parodisel anlamda kullanarak bir ironiye sarılmak.
Klon radio. We play the songs that sound more like everyone else than anyone else.
Millionaire, QOTSA
Radyonun karakteristik özelliklerinin alabildiğine kullanımında ilk akla gelen radyo konseptli albümlerden Queens of the Stone Age’den Songs for the Deaf olacaktır. Albüm, radyo konseptinin araba yolculuğu bağlamında kullanımıyla aslında dinleyiciye müzikle birlikte akıllıca bir fikri sunmakta. Mark Lanegan ve Dave Grohl’un yapımında rol oynadığı albümde bölge değiştirdikçe radyo istasyonlarının değişmesi üzerine oynanıyor. Los Angeles’tan Kaliforniya’ya olan araba yolculuğunda radyo konsepti, her bölgenin kültürel yapısına dair yaklaşımların albüm içine yedirilmesini sağlıyor.
Radyo frekanslarının bölgesel değişimleri üzerine gitmenin sevilen bir hamle olduğunu tahmin etmek zor değil. Ancak bölgeleri habire değiştirmeyelim de bir bölgenin ruhunu, oranın bir radyo istasyonunda çalar rolü oynayarak ele alalım diyenler de var. Vince Staples; FM! ile Los Angeles’ın, halihazırda Los Angeleslı bir DJ ile temsilini çiziyor. Albümde yarışma programlarından telefonla katılma kesitlerine tam bir ana akım radyo akışı sunuluyor.
Bu kadar albümü anıp da en eski ve standart kabul edilen konsept albümlerden The Who’nun The Who Sell Out’unu anmamak olmaz. Korsan bir radyo istasyonu olarak sunulan Radio London’ın yayınında reklamlar da unutulmamıştı. Radyo temalı albümlerde yeterince anılmayan The Shape of Punk to Come, Centipede Hz ve 10 000 Hz Legend gibi örnekleriyse biz hatırlatmış olalım.
Ülkemizden güzide bir örneği de Nil Karaibrahimgil, Nil FM ile sunuyor. Ülkenin reklam müziği açığını sırtlanmasıyla da bilinen özgür kız, yıllar içerisinde yaptığı reklam müziklerini “Reklamlar” başlığı altında bir şarkı gibi paketleyerek bu albümün sonuna iliştirmeyi ihmal etmiyor. Radyo konseptini reklamcılık zekasıyla birleştirmek? Bilemedim.
Hip hop kültüründe kurgusal radyo sunucularının sunduğu parçalara rastlamak, özellikle 90’lar denilince çok kolaydır. 80’lerin sonunda başladığı söylenen, albümde parçalar arası skeçlere (skit) yer vermeyi rap müzikte bir standart haline getiren isim De La Soul’un Prince Paul’u tabii. Taklit ve parodilerle rapçilerin kişiliklerini ortaya koymayı amaçlayan veya albümün mesajını güçlendiren bu skeçler için radyo diyalogları da haliyle en sık kullanılan fikirlerinden. Doggystyle ve De La Soul is Dead gibi albümlerde bunlar adına güzel örneklere rastlamak mümkün.
Bir de işin çeşitliliğe açıklık yanını konuşalım. Radyo frekanslarının herhangi bir örüntü veya düzen teşkil etmeksizin radyolarımızda dizilmesi, bu konseptin izlenmesiyle bir sanatçının bambaşka türler ve yaklaşımlarla ürettiği parçaları bir albümde toplayabilmesine yol açıyor. Böylesi bir esnekliğe izin veren bir başka aracı bulmak oldukça zor.
Radyonun albümlerde kullanımında atmosfer yaratmaya odaklanılması ise benim adıma en keyifli örneklere çıkıyor. Magic Oneothrix Point Never, Endtroducing ve Wildflower gibi albümlerde; somut radyo istasyonlarındansa belki deradyo dinlemenin hissi üzerine yoğunlaşılması, bu albümleri dinlerken kendinizi bir deneyin parçası olarak bulmanıza sebep oluyor.
Magic Oneothrix Point Never, radyo konseptli albümlerde anılmadan geçilmezken demin saydığım albümler gibi sound collage ve plunderphonics türlerinde bu anlamda örnekler sunabilecek diğer albümlerin bu tartışmalara dahil olmaması komiktir. Bu gibi her dinleyiciden apayrı örneklerin sunulabileceği konularda, halihazırda sayılıp durulan örnekler üstüne yenilerini eklemeyen veya farklı bakışlar sunmayan yazıların keyfi kalmıyor. Umarım bu tür bariyerleri kırma emellerim başarıya ulaşıyordur.
Bonus
Her ne kadar filmlerde kurgusal radyolar başlığına üşenmiş olsam da Rezervuar Köpekleri‘nin lafını etmeden yazıyı bitirmeye gönlüm el vermedi. En ikonik film giriş sahnelerinden birine eşlik eden K Billy’s Super Sounds of 70s, muhtemelen yıllarca kurgusal radyoların en unutulmazlarından olmaya devam edecek. Bu filmin soundtrack albümü için de fırsat varken tabii ki radyo konseptine gidilerek parça aralarında K Billy’nin sunumlarına yer verilmiştir.