Ne, isyan mı var? E peki nerede? Albüm adında bahsi geçen isyanı, şarkı sözlerinde ya da müziğin tonunda yakalayamıyoruz. Fakat ne demişler; bir devrim başlatmak istiyorsan önce görmek istediğin devrimin kendisi olmalısın. There’s A Riot Going On‘un ana hedefi işte dinleyiciyi bu kıssayla yüzleştirip öz farkındalığı artırmak. Gandhi gibi barış yanlısı bir liderin çok takdir edeceği türden, ortak zeminde buluşabilmek için kendini tanımaya çağıran oldukça entelektüel bir çağrı var karşımızda. Üstelik bu yüzleşmenin spontanlığını pekiştirircesine, çoğunlukla doğaçlama üretilmiş, sakince düşünen bestelerden oluşuyor albüm.
Yo La Tengo, aradan geçen 30 küsur yıla inat, indie rock’ın en özel gruplarından biri olduğunu ispatlamaya devam ediyor on beşinci stüdyo albümlerinde. Eskimeksizin, paslanmaksızın… Enstrümental giriş “You Are Here”‘ın insanı sımsıkı saran sıcaklığıyla birlikte kavramaya başlıyoruz bunu. Albümün tam ortasında art arda gelen 2 enstrümental parça daha var. Öncesinde ve sonrasında gelen sözler, sizi uyuştururken bir tütsü yakıp kendiniz ve çevrenize odaklanmaya teşvik ediyor. Gürültülü rock veya shoegaze’den eser yok, meditasyonla özgürleştiren dokunuşlar var. “Polynesia #1”‘e kulak verirsek bu özgürlüğe dair kelamlar da yakalayabiliriz: “There ain’t nobody/Who got to tell me/How I/Take my liberty”.
Albümün ismini 1975 tarihli Sly and the Family Stone plağı ile paylaştığı, iki albümün de kendi diskografilerinde 15. evlat olmaları da düşülmesi gereken enteresan bir not. Haliyle fazlasıyla politik olan diğer albüme yapılan bu çok daha ılımlı saygı duruşu, bir nevi ona cevap olarak üretilmiş, hem saygı dolu hem de ironik bir aşk mektubu olarak okunabilir. Yo La Tengo gibi barış yanlısı ve kültürlü bir ekip, Trump döneminde beliren muhalif duruşlu müzikler içerisinde çok güzel bir kaçış sunuyor insana. Hem yanımızdalar, hem de bu esnada içimizi tedirginlikle doldurmuyorlar. Arada sığınmamız gereken bir ayrıksılık bu.