Merhaba. Her sene yaz mevsiminin unutulmaz bir şarkısını tecrübe ediniyoruz. Gerek Türkçe olarak yerel, gerekse dünya çapında şarkılar bütün yaz kulaklarımızda çalıyor. Hatta, istesek de istemesek de onları duymaktan kaçınamıyoruz. Bu şarkı, yıllar önce Mahsun Kırmızıgül’ün “Sarı Sarı” isimli kaydı da oldu, dünya çapında ise, mesela 2012 yazında Carly Rae Jespen’in “Call Me Maybe” isimli kaydı da. Nitelik ve tür olarak oldukça farklılaşabilse de, yaz mevsimlerinin şarkıları genelde özetle “popüler” işler oluyor.
Chris Cornell’in intiharının ardından, Amerikalı Rich Larson tarafından kaleme alınan, ilk olarak yazarın özgün blogu The First Ten Words’te yayımlanıp, ardından da tüm dünyada viral olan güzide bir yazıyı dilimize kazandırıp sizlerle paylaşmıştık. Bahsi geçen yazıya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bu defa, yine aynı blogda yayımlanan ve Daniel G. Moir tarafından kaleme alınan bir eseri Türkçeye çevireceğiz. Nitelik ve teknik sunumun haricinde, sevgili Daniel “yaza damgasını vuran şarkılar” hakkında çok daha derinlere iniyor, şu karmakarışık modern zamanların, modern toplumun hal ve tavrına göndermelerde bulunuyor. Bir yaz şarkısından yola çıkarak, müzikten beklentisini anlatıyor, içten içe düşündüğümüz ya da hiç fark etmediğimiz hislere tercüman oluyor. Bahsi geçen eserin özgün dili olan İngilizce metine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Çevirisi ise bu yazımızın devamında yer alacak, iyi okumalar. Başlamadan önce, konuyla olmasa bile mevsim ile paralel olan ve Evrim Cantimur tarafından hazırlanan Yaz Miksi – 2017 seçkimize göz atabilirsiniz.
YENİ YAZIN ŞARKISI
Yazar: Daniel G. Moir – Çeviri: Gökay Sarı
2017’nin yaz mevsiminin yarısını geride bıraktık ve hepimizin aklında bu yazın şarkısının ne olduğuna dair bir fikir olmalı. Fakat, hakikaten herhangi bir fikrimiz bulunmuyor. Luis Fonsi ve Daddy Yankee’nin “Despacito” hiti mi, belki de Katy Perry ve Nicki Minaj’ın birlikteliğinden doğan “Swish Swish?” Ya da Clean Bandit’in “Rockabye” şarkısı olabilir mi? Ayrıca yetenekli Bruno Mars’ın “That’s What I Like” eserini de unutmamalıyız.
Justin Bieber de yaz dönemi duymaya başladığımız birçok şarkıda kendini gösteriyor. Despacito’da yer aldığı bölümlere ek olarak, David Guetta’nın “2U” şarkısında da onun sesini duyuyoruz. Tıpkı DJ Khaled’in “I’m The One” şarkısında olduğu gibi. Khaled’in şarkısında onlara Chance the Rapper, Quavo ve Lil Wayne de katkıda bulunuyor, dolayısıyla bu şarkının birçok farklı müzik dinleyicisine ulaşacağını düşünebiliriz.
Temmuz bitmek üzere, şu ana kadar 2017’nin gerçek “yaza damgasını vuran şarkı”sının ne olduğuna karar veremedik. Bir eserin o yaza damgasını vurmak için sahip olması gerektiği nitelikleri tanımlamak belki de bu süreçte bizlere yardımcı olabilir. Kulaklarımızın edindiği tecrübelerden yola çıkarak, “Yaza damgasını vuran şarkı” gerçekten de her yerde var olan bir şeydir. “Akılda kalıcı” ve “Kolay ezberlenen” bir ses manzarasına (beat, sound vb.) sahiptir. Hiçbir zaman dahiyane veya deneysel olması beklenmemektedir. Yaza damgasını vuran şarkı, benzin istasyonunda da kulağınıza çalınandır. Sabah erken saatlerde televizyonda, müzik yayınlarının haricindeki programlarda da duyarsınız. Bir süre sonra, güncel veya “cool” bir izlenim yaratmak isteyen firmaların reklamlarında da, bazen lirik anlatımının ticari sözler ile değiştirilmiş bir versiyonuyla da karşılaşırsınız. Şarkının videosu her yerde karşınıza çıkar, bu videodaki şarkıcıyı da sayısız TV. programında ve talk showda da görmeye başlarsınız. Hatta ve hatta, isteseniz de istemesiniz de o şarkıyı mağazalarda, hatta yiyecek bir şeyler almak için gittiğiniz süpermarkette de duyarsınız. Kısacası yaza damgasını vuran bir şarkıdan kaçamazsınız, yaz mevsimi ve onu takip eden aylarda nereye giderseniz gidin peşinizdedir.
Bu tarz şarkılara örnek gösterilebilecek birkaç eseri hatırlatmak gerekirse, örneğin Katy Perry’den “California Gurls”, Carly Rae Jepsen’den “Call Me Maybe”, Walk the Moon’dan “Shut Up and Dance” ve Beyoncé’nin “Crazy in Love” şarkısından bahsedilebilir. Lirik anlatımı veya teknik yapısıyla, bu şarkıların “sıcak havalar” için tasarlandığı algısı da bulunuyor elbette.
Günümüzde ise, “Despacito” listelerin zirvesinde haftalarca kalmış ve en çok yayınlanan şarkı olarak anılmaya başlasa da, verdiğimiz örneklerde yer alan şarkıların sürekliliğine ve yayınlanma istatistiğinin yakınından bile geçemiyor. Belki de dil bariyerine takılıyordur, ancak öyle olduğunu düşünmüyorum. Zira İspanyolca, 1993 yılında Los Del Rio’nun devasa hit şarkısı “Macarena”nın tüm dünyayı kasıp kavurmasına engel olmamıştı. Hatta yıllarca. Belki de şu günlerde meydana gelen “Anti-Bieber” düşüncesi ve hareketliliğinin de etkisi vardır. Bilemiyorum, her şeye rağmen yaz mevsimi boyunca bu şarkıyı gittiğim her yerde duyacakmışım gibi gelmiyor.
Her gerçek Minnesotalı gibi, ben de yaz mevsimine tapıyorum. Sonu gelmeyen aylar boyunca kar, buz ve sıfırın altındaki ısı derecesiyle yaşadıktan sonra yaz mevsimi, babamız olan kış mevsimiyle yaptığımız gizli bir anlaşma gibi duruyor. Bu anlaşmada benim üstüme düşen kısım şöyle; gündelik olarak işime giderken üstümün başımın çamur olmasını kabul ediyorum, köpeğimi buz gibi bir havada dolaştırmayı ve saat 05:30’da zifiri bir karanlığın ortasında kalmayı kabul ediyorum; ve karşılığında, on iki hafta boyunca güneşli bir yaz mevsimi elde ediyorum. Haliyle, yaz mevsiminin değeri çok büyük oluyor. Bu mevsime damga vuran şarkıları da kasamda biriktiriyor, sonraki tüm kış aylarını onları dinleyerek, yine sıcak günlerin gelmesi umuduyla geçiriyorum. Anlaşmamız böyle. İmzaladığımız sözleşme böyle.
Peki, 2017 bize an itibariyle ne ifade ediyor? Günümüz toplumunun bölünmüş doğasından mıdır nedir, bu yılın yaz mevsimine damgasını vuran bir şarkı bulamıyor, duyamıyorum. Bunun dışındaki sorunlar çok daha tedirgin edici elbette. Kuzey Kore’nin nükleer savaş tehdidi, Donald Trump JR’ın Ruslarla yaptığı gizli toplantılar ve daha nicesi. Bu çılgın dönemi atlatabilmek için güneşli bir şeylere ihtiyacımız var. Croix Köprüsü’nün açılışından daha fazlasına ihtiyacımız var.
Belki de, modern zamanlarda fazlasıyla bölünmüş bir toplum haline geldiğimizden, hepimizi bir araya getirecek ve hep birlikte eşlik edebileceğimiz bir “Yaz Şarkısı” da bulamıyoruz. Günümüzde, hepimiz siyasi görüşümüze uygun düşen haber ağlarını takip ediyoruz. Spotify’ın, geçmiş dinlemelerimizi baz alarak bizlere özel(!) olarak hazırladığı çalma listelerinden müzik dinliyoruz. Günümüzde çok daha fazla opsiyona sahip olmamıza rağmen, bizleri bir araya getirecek ve paylaşım gerçekleştirebileceğimiz bir kaynak bulamıyoruz. Pekâla bu durum çoğumuzu LMFAO’nun “Party Rock Anthem” kafası gibi şeylerden korusa da, aynı zamanda toplum olarak bizleri ayırmaya ve bölmeye de sebep oluyor. Bu zamanlarda, müzik bizleri bir araya getirmek, birleştirmek için bir rol oynamalı. Alt tarafı dönemsel bir şarkıya çok fazla önem verdiğimi düşünebilirsiniz, ancak ben öyle düşünmüyorum.
“Birliktelik” olgusu, asla seçmiş olduğumuz siyasi liderlerden gelmeyecektir. Onların tek derdi, sonraki seçimlerde de gerekli oyu alabilmek. Bunu yüzyıllardır tecrübe ediyoruz. Onların halk adına konuşması, “halkın sesi” olması sadece “güç” hakkında, birliktelik değil.
Çocukluğumda, arkadaşlarımla birlikte dinlediğimiz bütün şarkıları birbirimizle paylaşırdık. Eğer Jeff, Billy Squier’ın yeni bir albümünü almışsa, Ta ki her birimiz o albümü küçük ve ucuz “C-90 Avanti” kasetlerine kopyalayana dek sokağımızdaki bütün gençlerin arasında dolaşırdı o eser. Bizim ağımız buydu ve her şeyi, ama her şeyi duyuyorduk. Ardından, dinlediğimiz şarkıların da yerel radyolarda çalmaya başladığını duyuyorduk. Bu durum bir topluluk, aramızda bir birliktelik kurmamıza yarıyordu. Bizi bir araya getiren şarkılara, albümlere ve sanatçılara odaklanıyorduk. Diyelim ki ağımıza bir türlü The Clash’in “London Calling”i düşmedi, olsun, sorun değil. Journey’nin “Escape”ini bulurduk o zaman, bu kabul edilebilirdi.
Özetle, topluluğumuzun artık “2017 yazına damga vuran şarkı”yı seçmesini hevesle bekliyorum. Toplumun, halkın ortak bir karar vererek birliktelik göstereceğine, siyasi partilerin yapamadığı, yapamayacağı şeyi yapacağına inanmak istiyorum. Müziğin tekrar bizleri bir araya getirmesini istiyorum. Hatta, neredeyse hangi şarkının bu yazın şarkısı olarak seçileceğini umursamıyorum bile! Sadece insanların Zedd & Alessia Cara’nın “Stay” şarkısında, ya da Kendrick Lamar’ın “Humble” isimli şarkısını uzaktan duyan insanların, yürürken kafalarını sallayarak eşlik edişine tanık olmak istiyorum. Bir şekilde, bilinçsizce ortak bir şeylerden zevk almalarını, aynı şeyden hoşlanmalarını istiyorum. Toplumsal birliktelik için bir çağrı duymak istiyorum, bir başlangıç.
Bahsi geçmişken, Croix Köprüsü’nün yeniden kullanıma açılması güzel olacak. Şimdi, önümüzdeki Şubat ayında köprüyü geçerken, dinleyebileceğim bir şarkıya sahip olmak istiyorum.
Moir, Daniel G. “Dancing About Architecture-Time of the Season”, “The First Ten Words” – (Erişim tarihi: 27.07.2017)
https://thefirsttenwords.wordpress.com/2017/07/25/dancing-about-architecture-time-of-the-season/
______________________________________________________________________________________________________
Daniel, müzik kavramına çok ince bir şekilde yaklaşıyor ve aslında hepimizin bir şekilde bildiği şeylerden bahsediyor. Her ne kadar, bambaşka bir kıtada yaşıyor olsa da, müzikten beklentisi bizlerle aynı. Bizlerin de yaşamakta olduğu toprakta, gerek siyasi gerekse toplumsal, ekonomik, veya kültürel olarak dertlerimiz mevcut. Bizlerin de hepimizi bir araya getirecek, birlikte eşlik edebileceğimiz bir şarkıya ihtiyacımız var, bizim de bir yerlerden başlamamız gerekiyor. İster yerel, isterse uluslararası kategoride, sizin aklınıza düşen ve bu yaza damgasını vuracağını düşündüğünüz bir şarkı varsa, bizimle paylaşmaktan çekinmeyin. Paylaşmaktan çekinmeyin, paylaşmaktan çekinmeyin, paylaşmaktan çekinmeyin. Hoşça kalın.