Trentemøller ile Kısa Bir Sohbet

Danimarkalı müzisyen ve yapımcı Anders Trentemøller, 13 Ekim akşamı Babylon’da konser vermek üzere İstanbul’daydı. Kendisiyle mekânda, konsere dakikalar kala konuşmayı başardık. Vakit darlığından dolayı on dakika bile sürmeyen buluşma, buna rağmen son derece samimi seyretti. Bugün de kendisinin doğum günü, yeniden kutluyoruz. Söyleşiyi aşağıda okuyabilirsiniz.

Röportaja hazırlanırken doğum gününe sadece birkaç gün kaldığını fark ettim. İki terazi bir araya gelmişiz, çok severim terazileri. Şimdiden iyi ki doğdun! Turne nasıl gidiyor, sen nasılsın?

Teşekkür ederim! Nasıl gitsin, durmadan seyahat halindeyiz. Pazartesi sabahı erkenden yola çıkacağız, o da doğum günüm oluyor. O yüzden belki de pazar gününün sonunda kutlarız. Ama o şekilde de fazla içemem, sabah erkenden kalkmam gerekiyor çünkü.

Bu İstanbul’a ilk gelişin değil elbette. Aklında geçmişten anılar kaldı mı?

Evet. İlk gelişim bundan 15 yıl önceydi. İlk dakikadan olay çıktı: Ekipmanımızı, pasaportumuzu, varımızı yoğumuzu bir korsan taksi çaldı. Her şeyimizi bagaja koymuş, bir radyoyla söyleşi yapmaya gitmiştik. Oradan çıkıp taksiye dönecek olduğumuzda ise eşyalarımızla birlikte gaza basıp gitti. Berbat bir durumdu.

Şehirde dört gün kalacaktık, organizatörün evinde, bir apartmanda konakladık. O kısım sahiden eğlenceliydi. Dört gün boyunca orada barınmamız gerekti ve yapacak pek bir şeyimiz yoktu. Danimarka Elçiliği de tatil günü olduğundan kapalıydı. İletişim kurabileceğimiz kimse yoktu, sahip olduğumuz her şey de çalınmıştı; valizlerimiz, ekipmanlarımız… İstanbul’a yönelik ilk izlenimim bunlar oldu yani. (gülüşmeler) Ama ondan sonra buranın yerlisi harika insanlarla tanıştık. Nihayetinde güzel bir deneyim oldu.

Bu turnede ağırlıklı olarak son albümün Memoria’dan şarkılar çalıyorsun. Bu projede yer alan şarkılardan üretmesi en kolay ve en zor iki parçayı seçsen bunlar hangileri olurdu?

Beni özellikle zorlayan bir şarkı hatırlamıyorum, zira zorlayıcı bulduğum şarkıları direkt silerim zaten. Bir iki ay içinde hâlâ bir şekilde oturmuyorlarsa asla oturmazlar gibi bakıyorum. Başka bir albüme de saklamam, çünkü o vakte kadar hayatımda müzikal anlamda farklı bir yerde olurum. Her albümünün arasında iki üç yıl oluyor ve her seferinde yeni bir şey yapmak istiyorum.

Elbette albüm kayıt tecrübesi ile canlı performanslar senin için oldukça farklı seyrediyor. İlkinde çoğunlukla kendi başınasın, ikincisinde ise bir grupla çalıyorsun. Bu iki ortam senin için hangi açılardan farklı, canlı performansı daha iyi yapan şeyler neler?

Konserler eğlenceli geçiyor çünkü stüdyodayken tek başıma, izole bir hâlde oluyorum. Çok insanla görüşmüyorum. Elbette gördüğüm birileri oluyor, ama sürecin içine pek dahil olmuyorlar. Hâliyle grubumla bir araya gelip şarkıları canlı bir iklime uyarlamak harika hissettiriyor. Grup arkadaşlarım kendi katkılarını ve geri bildirimlerini sunuyor. Bir araya gelip müziğimi keşfe çıkıyoruz. Olayın “ben ve arka plan grubum” boyutunda olmasını da hiç istemiyorum. Hep birlikte bir grup olmamızı tercih ediyorum. İlk başta şarkılarımın provasına bolca vakit ve emek harcıyoruz. Şu aşamada ise çok fazla konser verdik, bu akşamki konser turnenin sondan üçüncü konseri. Sonra bir sene kadar yeniden bir araya gelmeyeceğiz.

Şu aralar üstünde çalıştığın yeni projeler var mı?

Evet. Güncel olarak yoğun biçimde sıradaki albümüm üstünde çalışıyorum. Henüz resmi bir çıkış tarihi yok, ama sanırım önümüzdeki senenin eylül ayında aramızda olacak. Konserlerde vokali emanet ettiğim Disa Jakobs bu albümün de tüm şarkılarında vokal yaptı, o yüzden sanırım çok iyi bir iş olacak. Elbette her albümümde aynı şeyi düşünüyorum, ama anladın işte beni.

Son albümünden tarz olarak farklı mı olacak peki?

Evet. Umudum tüm albümlerimin kendine has, doğal gelişim süreçlerinin olmasıdır. Ama elbette günün sonunda sound benim sound’um, müzik yapma şekli de tamamen bana ait. Yeni müziklerin shoegaze, dream pop ve post-rock tarzı üslupları var ve eskisine kıyasla daha az elektronikler. Çokça farklı türün bir potada eritilmiş hâli, ben de olabildiğince fazla türden ilham almayı seviyorum zaten.

Bundan 100 yıl sonra müzisyenleri onore eden bir parkta kendine ait bir anıt taşın olsa üstünde hangi şarkı sözün yazardı?

Of, güzel soruymuş! Sanırım Memoria’nın açılış şarkısı ve aynı zamanda albüm için yazdığım ilk şarkı olan “Veil of White”tan bir şey seçerdim. Oldukça soyut, hülyalı bir şarkı; sözleri de bana kalırsa müziği çok iyi yansıtıyor: “Beyaz bir tül içinde yürüyorum / Neredeyse körüm / Mazinin soluk yankıları yanımda.” Sanki aşina olmadığın, hiçliğin ortasında bir yerde yürüyorsun, hangi yöne gitmen gerektiği konusunda da bir fikrin yok. Hayatının nasıl gelişeceğini bilmediğinin, görüş duyunu kaybettiğinin ve buna da razı olduğunu söylemenin sembolik bir yolu gibi geliyor. Sanki bir atkı dolamışsın kafana, seni sarıyor ve sıcak tutuyor; ama bir yandan da görüşünü kısıtlıyor. O çifte anlam çok hoşuma gidiyor. Şarkı sözlerimin A noktasından B noktasına somut bir hikâye anlatmasını istemem, böylece insanlar duyduklarına kendi düşüncelerini ve anlamını kazandırabilir. Yoruma oldukça açık bir söz ve hayatının hangi noktasında olduğuna bağlı olarak kendi kavrayışını katabileceğini umuyorum.