Son 2 gündür Native Invader’ı dinlerken niyeyse Tori Amos’un erkek müzisyenler içindeki karşılığı olabilecek birini aramaya başladım. Elbet abes bir uğraş olduğunun farkındaydım; bu yüzden “melodik zarafet” unsurunu denklemden çıkardım ve aklıma Leonard Cohen geldi. Cohen’i bugün dinlerken bazen öldüğüne inanasım gelmiyor; çünkü “Hazırım Tanrım” derken bile sesi bir şekilde genç çıkıyordu. Yaşamının sonuna kadar bu genç ve bilge duruşunu korudu Cohen, tıpkı Amos’un 50li yaşlarında olduğu günümüzde hala genç olması ve giderek bilgeleşmesi gibi. İkisi de haklı bir şekilde ozanlık müessesine ait görülüyor; ikisi de esas başarıyı aşağı yukarı 30. yaşlarında filizlenmiş bir solo kariyer yaratarak yakaladı ve ikisi de doğaya, insanlara yöneltilmiş spiritüel bir bakıştan alıyor gücünü. Yine de elbette bunları bahane edip Tori Amos’a dişi bir Cohen demek sağlıksız bir tercih olacaktır. Bu yüzden yeni albüm Native Invader üzerinden ilerlemeye devam edelim.
Tori Amos’un sahip olup Leonard Cohen’in sahip olmadığı bir numaralı şeyi Native Invader’ı dinlemeye başladığınız an fark ediyorsunuz: Müzik ve vokal eğitiminden ileri gelen melodi bazlı bir müzik anlayışı. Cohen’in şarkıları modern edebiyat anlayışına ait şiirlerse, Amos‘unkileri de uzayıp giden haiku’lar gibi düşünebiliriz; büyüleyici melodiler sözlerin önüne geçiyor Amos’un müziğinde. Native Invader’ın açılış parçası “Reindeer King” başladığı an elinizde olmadan sözlere gereken ilgiyi göstermekte zorlanıyorsunuz; elinizde değil, müzik o kadar huzurlu ve piyanoya eşlik eden ses o kadar büyüleyici ki bahsedilen şeyler doğa, çiçek böcek, Zen ve kendini keşfetmeye dair olmalı, değil mi? İşte bu da Tori Amos’un müziğinin harika illüzyonlarından biri.
Doğrusunu söylemek gerekirse albümün sözlerinin taşıdığı konsept o kadar da mutlu değil. Native Invader’ı sürükleyen başlıca iki tema mevcut: Annesinin hastalığı ve Donald Trump’ın boyunduruğuna girmiş bir ABD toplumu. Gündemi ve birkaç yıllık geleceğimizi şekillendirecek böylesi bir adam pek çok grubun hedefi oldu geçtiğimiz aylarda ve yıllar boyu hedef tahtasında kalacağına da şüphe yok. Tori Amos’un süzgecinde ise Gandhi’vari bir isyanın ilham kaynağı oluyor kendisi; her işte bir hayır vardır demişler. Kendi travmasının üstesinden güzelliğin peşine düşerek gelmiş bir sanatçıdan başka kim bu kadar güzel şekilde yansıtabilir ki koca bir toplumun travmasını? “Broken Arrow” ve “Up The Creek” gibi parçalar da bu travmanın peşine düşüyor; tepedekilere kibar tavırlı dersler verirken geri kalan herkesi de bir çeşit uyanışa çağırıyor sanki.
Müzikal anlamda geniş bir perspektif mevcut Native Invader’da; saykodelik anlar var, trip-hop anları var, bir de elbette piyanolu bir şeyler var sürekli. Albümün en epik şarkısı ödülü “Bang” adlı 6 dakikalık bir şarkıya gidiyor. Ansızın yükselip alçalan tempo, Amos’un dinamik vokalleri ve durmak bilmeyen bir duygu seli sürüklüyor şarkıyı. Duygu selinden bol bir şey de bekleyemeyiz zaten mevcut şartlar altında. Bu selin sizi iyileştirmesine izin vermelisiniz, zira şu günümüz dünyasında böylesi güçlü bir varlığa sahip bir kadın ozan tam da ihtiyacımız olan şey. Bu ozan birçok dinden daha ikna edici bir ruhani varlık sunuyorsa hele, hayatta kaçırılmaz. İyileşmemiz lazım, ve bazı müzikler var ki bunu kısmen halledebilir.