Thom Yorke – Anima (2019)

Thom Yorke modern dünyanın toplumsal yapısını ezelden beri distopik özellikleriyle gördü. Bu izlenimi de OK Computer başta olmak üzere arkadaşlarıyla müziğe öyle güzel yedirdi ki, artık Radiohead günümüzün herhangi bir büyük markası olmaktan öte kendi mitolojik anlam ve önemine sahip. Grubun önemli bir parçası olan Yorke da bu denklemden bağımsız değil, kasanın ana işlemcilerinden biri. Hal böyle olunca yıllardır Yorke’un işlerini heyecanla bekliyor, oynat tuşuna basmadan önce önümüzü iliklediğimizi hayal ediyoruz.

Stüdyo albümünün tanımına sadık kalacak ve geçen seneki Suspiria soundtrack albümünü hesabın dışında tutacak olursak, Anima Yorke’un hepi topu üçüncü solo albümü. Müzikalite olarak bakacak olursak en çok Flea’lı, Nigel Godrich’li süpergrup albümü Atoms for Peace‘i getiriyor akla. Anlamsal ve tarihi bir çizgiden bakacak olursak da evvela bir Psikolojiye Giriş dersine yazılmamız lazım. Hayır, ruhani bir çöküntüye gireceğimizin şakasını yapmıyoruz. Anima kelimesi, ünlü psikiyatr Carl Gustav Jung‘un literatüre armağanlarından sadece biri. Jung “erkekteki feminen içsel kişilik” olarak tanımlıyordu anima‘yı. İkinci ve bizi daha çok ilgilendiren meal nedir? “Ruhun içyönelimli ve bilinçaltıyla etkileşim halindeki bir kısmı.”

https://www.youtube.com/watch?v=-hyfpGBC1qk

İnsan ruhu, bilinçaltı, rüyalardan toplumun kendisine ve geleceğine çıkan bir anlatısı var Anima‘nın. Müziğe çekildiğimiz ilk andan itibaren zihinlere robotlaşan bir insanlığın görüntüsünü sunan makine ritimleri ve döngüleri, hem hipnotize edici, hem irkiltici, hem de bir şekilde rahatlatıcı. Anima eşliğinde uykuya dalabilir misiniz? Niye olmasın! Albümün tanıtımını üstlenen ‘Rüya Kamerası’ başlıklı sahte ürün reklamı bile “Arayın veya mesaj atın, rüyalarınızı geri verelim,” vaadini taşıyordu. Anima‘yı dinlerken uykuya dalabilir, rüyalar görebilirsiniz. Ama bu deneyimin ne kadar huzurlu olacağına dair henüz bir şey söyleyemeyiz.

Albümün tonunu ve meramını incelikli biçimde tasvir eden Paul Thomas Anderson imzalı kısa film Anima, bir bakıma albümden üç ayrı şarkıya (“Not The News”, “Traffic”, “Dawn Chorus”) müzik videosu çekip bunlarla bir hikaye anlatıyor. Önce hareket halindeki bir metroda diğer yolcularla birlikte histerik bir dansa başlayan Yorke, ardından metrodan çıkmaya çalışıyor, ancak nafile, kendini düzgünce yürüyemediği karanlık, yamuk bir boyutta buluyor. Sanki rüyalar gündelik hayatımız, gündelik koşuşturmacalar kabusumuz olmuş. Devamlı uyuyor muyuz bir bakıma? Ne zaman uyanacağız? Kim bilir? Herkesin kendine bir partner bulup başbaşa dans ettiği final sekansının sonunda bir tramvayın içinde gözlerini açıyor Yorke, heyhat nasıl bir gerçeğe uyandığı sorgulamaya açık.

Anima‘daki şarkı sözleri birkaç yerde müziğin ağırbaşlılığıyla dalga geçecek ölçüde komik. “Bana mangırını göster / Sonra da git zengin bir zombiyle danset” diyor Yorke açılış parçası “Traffic”‘te. “Zıplıyorum / Önümüzde bir tuğla duvar / Artık özgürsün,” diye devam ediyor. O vakit biz çoktan kendi anksiyetemizle yüzleşmiş, Thom’un gergin dansını gözümüzün önüne getirmeye başlamışız. İlk şarkının sonlarında istemsizce sağa sola sallanmaya başlamışken ardından gelen “Last I Heard (…He Was Circling The Drain)” ortamı yeniden hüzne boğuyor ve bilinçaltımızın yeni bir katına iniyoruz. Buradan sonrası kademe kademe bastıran bir karanlık, hem de içinde güvenle dans edebileceğiniz türden.

Anima‘nın ilk dört dörtlük şarkısı “Twist”, bizi 7 dakika boyunca oradan oraya sürüklüyor, farklı rüyalarımıza açılan kapıların önünden geçiyor, içeride bekleyenlere ucunda bir bakış atıyoruz. Heyhat ardından gelen “Dawn Chorus” isimli güzellik, “Twist”‘i ikinci bir şansa dek unutmamıza yol açıyor: Esasen bir Radiohead bestesi olan bu şaheser, makul bir biçimde albümün de en Radiohead’vari, en yıkık, en koyu, en hüzünlü, en parıldayan parçası. ‘İlk dinleyişinde şarkıya vurulmayan bir insana güven olmaz,’ dersek abartmış olur muyuz bilinmez. “Evet, ikinci bir kez düşünmeden / Kapıyı kapatıp / Basıp gitmeyi sevmem / Bir şeyi unutmuşum gibi gelir / Ama nedir o bilemem” gibi basit bir ifadeyi de ancak Yorke yüreğimize işleyebilir.

Seçkinin en kısası ve görece en olaysız şarkısı “I’m a Very Rude Person” komikliklere devam ediyor: “Suratına karşı kaba olmalıyım / Plakçalarlarını parçalayacağım şimdi / Partin sona erdi”. Bir başka hazine olan “Not The News”, baştan sona dans edilebilir bir ritim eşliğinde şiddetten ve toplum içi huzursuzluktan açıyor lafı. “Kim bu insanlar?” diye soruyor. “The Axe” Yorke’un kariyerinin en muzipçe sözlerinden birini içeriyor: “Kahrolasıca makine / Söyle neden konuşmuyorsun benimle?” Ardından çuvaldızı insanlara batırarak “Aşağılık herifler / Hiç acımanız yok mu bana, söyleyin” diye yakınıyor.

“Impossible Knots” baştan sona bir Atoms for Peace bestesi gibi tınlıyor. “Yanlış yöne gidiyorum ama / Aradaki bağlantıyı da kuramıyorum” diyor Yorke. Ufak kafa karışıklıklarının ardından hedefe “Runwayaway”‘de varıyoruz. “Biz sonsuzluğuz / (…) / Gerçek arkadaşlarının kimler olduğunu şimdi anlayacaksın.” Gizemli, büyüleyici, korkutucu, döngüsel bir kapanış. Buzdağının en derin noktasındayız. Buradan sonrası sessizlik.

Bilinçaltımızın kontrolünü kısa bir süreliğine de olsa bize geri kazandıran Thom Yorke’a bir teşekkürü borç biliyoruz. Kendisi şarkıları yarım halleriyle Nigel Godrich‘e göndermiş belki, ama biraz Yorke’un kendi sesi, biraz da Godrich’in yapımcı işçiliği sayesinde Anima baştan sona tamamına ermiş tınlıyor. Yorke’un solo albümleri içinde de en iyisi. Şimdiden senenin en iyileri arasına yazılası, süper bir iş.

PUANLAMA: Süper/10