Hazırlayan: Deniz Ekim Tilif
En sevdiğim progressive rock ekiplerinden King Crimson’ın beyni Robert Fripp, 80’lerden bir röportajında şu cümleleri kurmuştu: “Matematiksel mantık ‘evet’ ya da ‘hayır’ ile belirlenebilir, sanatsal mantık ise ‘belki’ ile… Benim için önemli olan, bu karşıt güçlerin üçüncü bir kalite düzleminde bir araya gelebilecekleri bir hareketlilik, bir dinamizm yaratmaktır. Bu düzlemi King Crimson ile buldum.” Bana kalırsa burada söz konusu olan “karşıt güçlerin çatışması” olgusundan iyi yararlanmak, özgünlüğü ve büyük olasılıkla da kaliteyi doğurur. Özünde ilerlemeci olan bu yenilikçilik mottosu da tüm gruplara yol gösterebilir. Tarz olarak neye benzediklerinin bir önemi olmaksızın. Sonuçta burada anahtar kelimeler vizyon ve özgünlük.
The Underground Youth, çok fazla müzikal ilhamdan güç alan Manchester menşeili bir proje. Daha spesifik olarak ise Craig Dyer adındaki bir adamın projesi. Projesinin adını The Velvet Underground ile Sonic Youth’tan devşirmiş olması mümkün. Eşi Olga Dryer da sonradan davulcu olarak girmiş kadroya. Ortaya çıkan müziğe bir tanım koymak o kadar kolay değil. Biraz saykodelik esintiler, biraz garaj, biraz post-punk, biraz shoegazing, biraz blues bir arada yoğrulup dream pop diyebileceğimiz bir temelin üstünde inşa edilmiş. Özgünlük ve çalışkanlık konusunda taviz vermeyen bir oluşum var karşımızda, 2009’dan bu yana 9 uzunçalar ve birkaç tane de kısacalarla kendi mirasını yeraltı müzik sahnesine kazımak için emin adımlarla ilerleyen bir grup The Underground Youth.
Bu yılın başında yayınlanan ve incelemesi için çok geç kalınan son albümleri What Kind of Dystopian Hellhole is This?, adından anlaşılacağı gibi modern dünyanın sorunlarına odaklanırken bir yandan da grubun kendi sesini güçlendirdiği bir çalışma olarak dikkat çekiyor daha ilk dinleyişte. 10 şarkı 37 dakika boyunca sizi kendi düşgücünüzü dinlemeye, gecenin karanlığında huzurlu huzurlu sürüklenmeye çağırıyor. Klostrofobik, melankolik ve gece için yaratılmış orijinal bir musiki arıyorsanız başka yere bakmanıza gerek yok.
Açılış parçası “Half Poison/Half God” sizi acele ettirmeksizin atmosferin kalbine çağıran soğukkanlı ve melodik bir iş. ”Alice” albümün hit olmaya en müsait şarkısı, The Cure’un Disintegration döneminden fırlamış gibi duruyor ve başa sarıp durmanız kuvvetle muhtemel. “You Made it Baby” bana Depeche Mode’un karanlık tarafını hatırlattı dinlerken, aynı zamanda albüme adını veren tirat da bu şarkıda yer alıyor. “Amerika” diğer parçalardan daha mutlu bir duruş sergiliyor, politik altyapısı haliyle yoğun bir parça. “Persistent Stable Hell” albümün öne çıkan şarkılarından biri olmuş kesinlikle, diğerlerinden daha tehditkar ve daha buyurgan duran bir iş, ikinci yarıda devreye giren distortion sizi bir süreliğine huzurlu bir uykuya dalmaktan alıkoyuyor. Dinleyiciyi finale götüren “Incapable of Love” oldukça tatlı bir kayıt, akustik gitarlı ve piyanolu, spoken word’lü güzel bir kapanış şarkısı olarak bizi geceyle baş başa bırakmak konusunda başarılı bir iş yapıyor.
Gecesini melankolik tercih eden ve farklı bir şeyler arayan herkes The Underground Youth’u da sevecektir. Karşımızdaki bu son kayıt, belki de grubun baştan sona en aklı başında ve olgun işi olmuş. Sanat dünyasının “belki”leri arasında son yıllarda kendine has bir yer edinen grubun bundan sonra yapacağı işleri de dört gözle beklemememiz için bir mazaretimiz yok. O zamana kadar önümüzde duran eser, 2017’nin yeraltı müziğine adını altın harflerle yazdırmaya aday.