Müzik. Tıpkı sinema sektöründe ya da televizyon dahil olmak üzere “film-dizi” yapımında olduğu gibi, müzikal üretimde de öyle bir noktaya ulaştık ki, artık bestelerin, kompozisyonların ve kayıtların neredeyse tüm bileşenlerini “bilgisayar” aracılığı ile üretebiliyor, düzenleyebiliyoruz.
İnsanoğlunun sanata dair en eski icraatlarından olan müzik, çağımızda hızla bir otomasyona dönüşmekte, üretim sürecinde yer alan insan faktörü de yerini algoritmalara, yazılımlara bırakmakta.
Şüphesiz ki bu durumun avantajları ve dezavantajları mevcut. Bu artılar ve eksilerin arasındaki çatışma da çok çetin, biz izleyicilerin bakış açısına göre de şekillenebiliyor. Sayısız “round” boyunca, kan ter içinde ringde kalan ve birbirlerini pataklayan iki boksör gibiler. Teknolojinin sanata faydaları mavi köşede, sanatta insan faktörünün seyrelmesi, teknolojinin sanata verdiği zararlar ise kırmızı köşede yer alıyor.
Mavi köşede bulunan, teknolojinin sanata dair faydalarını tanımak çok zor olmasa gerek. Özelliklerine şöyle bir göz atabiliriz; gelişmiş teknoloji, her şeyden önce, müzisyenden ziyade “yapımcı” kimliklere faydalı oluyor. Bir plak şirketi, sözleşmeli müzisyeninin müzikal eğitiminin düzeyinin, müzikal birikiminin seviyesinin yeterli olup olmamasından artık eskisi kadar kaygılanmıyor ve makinelerin, yazılımların birkaç sihirli dokunuşu ile kısa sürede bulundukları seneye damga vurabilecek bir “hit” şarkı kaydedip, piyasaya sürebiliyorlar.
Eh, bizim gönlümüz bağımsız müzikten yana, plak şirketleri bizlere biraz karanlık kurumlar olarak görünüyor, onların sağlayacağı fayda, tam olarak fayda mıdır? Bilemiyorum, zira plak şirketi denilince aklınıza Sony, Universal veya Warner geliyorsa, evet bu abiler biraz vampir sanki. Majör plak şirketleri.
Ancak bahsettiğimiz “faydalar”dan belki de, kendi imkanları ile kurulmuş, dünyanın bir köşesinde bağımsız olarak kayıt stüdyosu şeklinde hizmet veren, kaydını gerçekleştirdiği sanatçının albümünü basan, dağıtan sevimli mi sevimli bir plak şirketi de olabilir.
“Belki şurada küçük, mutlu bir plak şirketi vardır.” -Bob Ross
Peki, gelişmiş teknolojinin ve otomasyonun, müzisyene hiç faydası yok mu? Var elbette. Örnekse; yetenekli müzisyenler, günümüzde kayıt stüdyolarına çuvalla para vermeden, çok pahalı ekipmanlara ve enstrümanlara bağımlı kalmadan, bahsi geçen yazılımlar üzerinde biraz hakimiyet kurduklarında, yalnızca iyi bir ses kartı, mikrofon ve benzeri ekstra ürünler ile dizüstü bilgisayarlarının başına geçerek, ev ortamında kayıt süreçlerini mümkün olduğunda profesyonel bir şekilde gerçekleştirebiliyorlar.
Müziğin, fazlasıyla sanat olan kısmına olan faydaları samimi duruyor, yapım ve dağıtım kısmına olan faydaları ise biraz çelişkili, kabul ediyorum.
Ringin kırmızı köşesinde bulunan, teknolojinin müziğe verdiği zararları tanımak ise biraz karmaşık bir süreç olacak gibi. Şunu kabul etmeliyiz ki, gelişmiş teknolojinin sunduğu imkanlar; yapımcıları, müzisyenleri, ses teknisyenlerini ve mühendislerini bir şekilde heyecanlandırabiliyor. Hangi konuda heyecanlandırıyor, tabii ki “hatasız üretim” konusunda!
Günümüzde, kanal kayıt şeklinde kaydedilen bir eserin üzerinde sayısız oynama, düzenleme yapma imkanı bulunuyor. Örnekse, geri vokallerde bir tonlama hatası mı var, kullanılan yazılıma hakim bir ses teknisyeni veya mühendisi geliyor, cihazının başına geçiyor, o tonlama hatasını buluyor, düğmeyi tutup yarım ses kaydırıyor ve hoop; oldu mu sana “Do” notası “Do Diez”. Oldu oldu, geri vokalleri en baştan tekrar kaydetmeye gerek kalmadı.
Veya davullar, kaydın bir yerinde metronomun gerisinde mi kalıyor. Benzer bir abimiz geliyor, kaydın temposunu, o birkaç saniyelik bölüm için birazcık arttırıyor ve tamam, metronoma kusursuz bir şekilde uyan bir davul kaydı var artık elimizde! Zamandan böylesine tasarruf etmek herkes için hoş olsa gerek.
İşbu noktada, biraz manevi yaklaştığımız zaman ise, yukarıdaki iki paragrafta anlattığım şeyler faydadan ziyade zarar gibi durmuyor mu sizce de?
Hayır hayır, “Eskiden böyle miydi, ne varsa eskide var!” klişesine düşmeyeceğim asla! Zaten “analog” fotoğraf makinesinden de hiç hazzetmem, vegan falan da değilim, aktivist de sayılmam, kusura bakmayın.
Konumuza dönecek olursak, kayıt üzerinde bu kadar fazla düzenleme, oynama imkanı, faydalı olduğu kadar rahatsız edici aynı zamanda, bunu kabul etmeliyim. Çünkü, sanat, sanat eseri belki de insan oğlunun bilimle birlikte başardığı en büyük şey! Sanatçı, bir insanın en gelişmişi değil de nedir? Peki, tüm bu makineleşme, otomasyona yönelim, sanatta insan faktörünü seyreltmiyor mu?
Hücum kayıt şeklinde kaydedilen bir şarkı düşünün, enstrümanlarının başına geçmiş bir grup müzisyen, kayıt sürecinde ellerinden gelenin en iyisini verecekler! Eserlerinde “mükemmel”e ulaşmak için belki de haftalarca aynı eseri kaydedecekler. Her şey çok düzgün gitse bile, kaydın bir yerinde yapılan bir hata yüzünden tüm süreç en baştan başlayacak. Bazen de o hata hiç fark edilemeyecek, belki aylar sonra eleştirmenin biri çıkıp bu hatayı keşfedecek. Kısaca, sanatsal üretimde mükemmele ulaşma gayesi çetin bir süreç idi, fakat arz ettiği haz ise sanatçı ve takipçisi, yani hem üretici hem de tüketici için tarif edilemez bir yoğunluktaydı.
Günümüzde ise mükemmele ulaşmak artık çok kolay. Bu demek değildir ki günümüzün imkanlarıyla birlikte “iyi müzisyen ya da kötü müzisyen” kalmadı. Asla, sanatçının emeği, kabiliyeti ve yaratıcılığı her zaman fark yaratmıştır ve yaratmaya da devam edecektir. Burada zarar olarak gördüğüm, benim canımı sıkan durum özetle şu, iyi bir müzisyenin, emeğini esirgememiş bir sanatçının ürünü, uzun uğraşlar ve yorucu bir sürecin ardından mükemmele ulaşıyor, piyasada yerini alıyor. Hak ettiği değeri görüp görmemesine değinmeyeceğim.
Fakat aynı zamanda, ilk örnekteki kadar yetkin olmayan bir müzisyenin, çok daha az emek sarf etmiş bir sanatçının eseri de, günümüzün teknolojik imkanları ile birlikte mükemmele ulaşıyor. Kusursuz bir eser çıkıyor ortaya. Aradaki farkı da işte, yetkin sanatçı ve o kadar da yetkin olmayan sanatçının arasındaki yaratıcılık farkı belirleyebiliyor yalnızca.
Zaman tasarrufu ve hem yetkin hem de yetkin olmayan müzisyene karşı olan maddi desteği su götürmez bir gerçek olsa da, teknoloji manevi olarak sanata en az faydaları kadar zarar da veriyor kanaatimce. Zira müzik “maneviyat” olgusunun en mühim bileşenlerinden biri değil mi?
Beni yanlış anlamayın, bundan beş sene kadar önce, ilk üniversite maceramda tanıştığım ve ev arkadaşlığı ettiğim bir dostumu, “Ankara’ya gel, rock yıldızı olacağız!” diye gazlayıp işinden gücünden etmiş bir insanım.
Dostum bastı istifayı, geldi Ankara’ya. Ses kartı bulduk, mikser bulduk, mikrofon aldık, daha iyi enstrümanlar ile eskilerini takas ettik. Üç ay boyunca uğraştık, kayıt aldık, sonuç ise hep çok gülünç oldu. En son Tunalı Hilmi caddesinde, Ziraat Bankası’nın önünde sokak müziği yaparken bulduk kendimizi. Çünkü kayıtlarımız leş gibi oluyordu, eğer teknolojinin, bahsi geçen yazılımların üzerinde bir hakimiyetim olsaydı kesinlikle hiç acımaz kullanırdım, özümde mükemmel olmasam da ortaya mükemmel bir kayıt, eser çıkartmayı elbette isterdim. Yalan yok.
Ancak bunu yapabilseydim de, ne kadar haz duyabilecek, ne kadar tatmin olabilecektim? Şu durum ortaya nasıl çıkıyor dersiniz;
“Abi albümleri güzel de, canlı performansları çok kötü nedense, anlamadım.”
Bu cümleye maruz kalmış, ya da bu cümleyi direkt olarak illa ki kurmuşsunuzdur. Bu durum da, işte teknolojinin günümüzde sanatsal üretimi bir şekilde mükemmelleştirmesinden kaynaklanıyor. Ne üretici gerçek anlamda tatmin oluyor, ne de tüketici.
Tüm bu serzenişi noktalamak adına, günümüz teknolojisi sanata faydalı mı, zararlı mı sorusuna verebileceğim tek cevap şu; “En az faydalı olduğu kadar zararlı!”
Dipnot: Hikayede bahsi geçen sevgili dostum ile uzun süredir görüşemiyoruz, en son bir fast-food restoranında çalışıyordu, ben ise hala okul okuyorum. Rock yıldızı olamadık, belli ki.