Son üç albümdür Suede taze bir başarı hikayesine imza atıyor. Belki maddi başarı anlamında eski yıllarından uzaktalar, lakin yeni işlerine bir kulak verip de pişman olana rastlayamadık henüz. Maddiyat kısmı da 2010’ları yaşayan bir Britpop grubu için baştan verilmiş bir taviz sayılır zaten. 90’lar geride kaldı, vaktievvelin altın çocukları yaşlandı. Suede’in yaşlanışı ise daha ziyade bir ‘yıllanma’. Uyuşturucu tesirindeki Suede tedavi göreli, olgunlaşalı yıllar oldu. Belki Brett Anderson‘ın sesi hala genç ve eşsiz, ama o sesin ve enstrümanların ruhu, dünyayı kavrayışı artık daha bilge. Fiziksel değil, kimyasal değişim var ortada. Yeni bir şeyler var. Karanlık ve aydınlık, sorumluluklar ve kaçış, düşünce ve önyargının dünyasında yeni kavgalar veren bir Suede var.
Yine bir kaçışla başlıyor The Blue Hour‘un hikayesi: Grup üyeleri memleketleri Londra’nın gümbürtüsünden kaçıp Somerset kasbasında almışlar soluğu. Ortaya çıkan iş 3 kelimeyle özetlenebilir: Ruhani, gotik ve teatral. “As One” albümü o kadar dramatik ve heybetli bir tonda açıyor ki acaba bir Yunan tragedyasına dair konsept albüm mü dinleyeceğiz diye düşünüyoruz. Kısa süre içinde iyi tanıdığımız Suede ayyuka çıkıyor: “Bu kadarı da yeter artık diyorsan”, diye haykırıyor Anderson’ın sesi, “Gel çorak topraklara kaçalım / Korkularımız yok olsun / Ve içimizdeki çocuklar hoplayıp zıplasın”. Sonrası tanıdık bir sesin verdiği güvence, rahatlık. Sürprize ihtiyacımız yok aslında bu noktada, ama karşılaşınca geri de çeviremiyoruz işte: “Life is Golden” ya da “Flytipping” gibi kusursuzluk abideleri karşımıza çıkınca buralar ileride değerlenir diye not düşüyoruz.
Güncel röportajlarda grup üyeleri ısrarla karanlık olmaya çalıştıklarını vurguluyor. Başarısız oldukları tek konu da bu olsa gerek: Kalıcı bir konsept bulamamak, bir nevi kendinden, kendi umutlarından kaçamamak. Bir başarısızlığın kolay kolay Suede‘inkiler kadar affedilir olamaması, bizler için bulunmaz bir nimet. Suede hep ‘güzel olanlar’dan biri olarak kalacak, biz de bir şekilde duygulanmaya devam edeceğiz. Zamanda donup kalmış gibi, diğer dertlerimiz önemsiz görünmeye başlayana dek… Bir grup ‘kalıcılık’ anlamında başka ne ister bilemedik. Gürültü ve koşuşturmadan sıkıldığımız her vakitte sığınaklardan biri de onlar olacak. Kusurlarıyla, insanilikleriyle… Bu da bunca yılın ardından başlı başına büyük bir başarı.