Dublin çıkışlı post-punk grubu SPRINTS’in ilk albümü Letter to Self, grubun kimliğini ve enerjisini heyecan verici bir şekilde tanıtıyor. Projenin günümüz müzik sahnesinin yükselen türlerinden biri olan post-punk’a sonik olarak yeni bir fikir kattığını söylemek zor olsa da sunmak istediği deneyimi ve vizyonu başarılı bir şekilde hayata geçiriyor. Solist Karla Chubb’ın vokal performansı ve söz yazımı albümün öne çıkan yanlarından. Günümüzdeki post-punk grubunun solistleri ve söz yazarları ağırlıklı olarak erkekken Chubb’ın perspektifi ferahlatıcı bir yenilik. Türün temel öğelerinden olan öfke ve sistem karşıtlığını kendi deneyiminden anlattığı için feminizm ve karşılaştığı cinsiyetçilik önemli temalar olarak karşımıza çıkıyor.
Albümün enerjisi, grubun ustaca yaptığı gerilim yaratma ve çözümlemeyle sağlanıyor. Açılış şarkısı “Ticking”, bunun çok iyi bir örneği ve albümün kalanından ne beklememiz gerektiğinin güzel bir göstergesi. Yavaşça artan gerilim ve öfke, yoğunlaşan enstrümanlarla destekleniyor ve şarkı sonunda patladığında neredeyse bir katarsis yaşatıyor. Bir sorgulamanın isyana dönüştüğü şarkı Chubb’ın duygu yoğunluklu vokalleri sayesinde dinleyiciyi bir yolculuğa çıkarıyor. Gerilimle aynı şekilde oynadıkları sonraki şarkı, “Heavy“, bu sefer klostrofobik bir atmosfer ile hiddet arasında ileri geri gidiyor.
“A Wreck (A Mess)” ile kendi kimliğini ve ruh sağlığını sorgularken başkalarının aynı şeyi yaşayıp yaşamadığını düşünüyor. “Can I even pass my own Bechdel test (Kendi lanet Bechdel testimi geçebilir miyim)?” sözü bu kimlik krizi içerisinde cinsiyetiyle olan ilişkinin de bir rol oynadığını gösteriyor. Sonunda durumunu ve ona söylenebilecek negatif ifadeleri benimseyip kendini kabullenmesini görüyoruz. “Up and Comer“, aynı duygusal dengesizliği biriyle ilişkisi çerçevesinde ele alıyor ve ilişkinin sağlıksız güç dinamiklerini gösteriyor. Bu sağlıksız ilişkinin albüm boyunca farklı yerlerde hem kendisini nasıl gördüğünü hem de çevresiyle olan ilişkisini nasıl etkilediğini görebiliyoruz. Bu şarkı feminist punk’ı hatırlatan bir biçimde kadınlar için güçlendirici bir şarkı olarak görülebilir.
“Adore Adore Adore“, yine başka insanların onu görme biçiminin ve beğenisinin üzerine bir eleştiri içeriyor. Şarkı toplumun kadınlara direttiği güzellik algısı ve görsel olarak cazip olma beklentisine karşı bir isyan olarak görülebilir. Chubb’ın sesinin çok yönlülüğü bu şarkıda özellikle parlıyor. Bağırmaktan normale dönüşü ve bunlar arasında değişimi dinleyicinin dikkatini sürekli tutabilmesini sağlıyor. Ancak, “Shadow of a Doubt” ve “Shaking Their Hands“in yapısal benzerliği ve aynı zamanda albümün genel olarak bazı formülleri tekrarlıyor gibi hissettirmesi şarkıların özgünlüğünden bir miktar çalıyor.
Albüm boyunca ele alınan sorularda metafizik ve dini bir sorgulama hakim. Chubb“Cathedral” şarkısında varoluşsal sancılarını ve mutsuzluğunu izah ederken mutluluğun mümkünlüğü sorusunu ve sıkıntılarını Katolik kutsal figürlere hitap ederek seslendiriyor. Bu şarkıda gitarın performansı özellikle öne çıkıyor. Mutluluk sorgusu ise albüme ismini veren “Letter to Self” şarkısında sağlıksız bir ilişkiden kendisini koparırken belli bir boyutta sonuçlanıyor. Karşısındaki insana her şeyini verdikten sonra hâlâ mutlu edememenin sinirini içeren şarkıda kendi mutluluğunun onunkine benzemesi gerekmediğini anlıyor. Kendisine sunulan yolu seçmesi gerekmediğini söyleyerek bitirilen şarkı, ve dolayısıyla albüm, pozitif bir ton ve her zaman umudun ve iyileşmenin mümkün olduğu mesajı ile sonlandırılıyor. Albümdeki öfkeye sakinlik ve umutlu bir bakış açısıyla bir alternatif sağlıyor.
Bir çıkış albümü için etkileyici olan Letter to Self’in devamında eminiz ki gözler SPRINTS’in üzerinde olacak. Biraz daha deneyim kazanıp, çeşitlilik ve yeni fikirler katmaları durumunda post-punk sahnesinin önemli ve kalıcı isimlerinden birine dönüşebilecek bir potansiyele sahip olduklarını gösteriyorlar.