Elektronik müzisyen (Sam) Shackleton ve Six Organs of Admittance olarak da bilinen Ben Chasny’nin ilk ortak albümü Jinxed by Being, senenin gözden kaçabilecek güzelliklerinden biri. Biz de ikiliye ulaşıp kafamızdaki soruları ilettik.
Sık sık rüya görür müsünüz? Nasıl rüyalar görürsünüz?
Ben: Ben sık sık görürüm. Hep ziyaret ettiğim hayali ve çok detaylı coğrafyalar var. Mesela San Francisco şehrinin rüyamda ayrı bir versiyonu var. Otoyolların mimari düzeni itibariyle gerçek San Francisco’dan oldukça farklı, ama rüyamda hep aynı şekilde görüyorum kendisi. Bir de arada gördüğüm bir kabus var: Dünya insan dışı varlıklar tarafından işgal ediliyor, gökyüzüne baktığımdaysa galaksileri ve içlerindeki devasa gezegenleri görüyorum. Aynı bir bilim kurgu filmine ya da tabloya benziyor.
Sam: Rüyalarım gündelik yaşamımda olup bitenlerin ve tanıdığım insanların rastgele bir derlemesi oluyor. Tekrar tekrar gördüğüm bir rüya da yok.
Gizemli ve karanlık kapak görselini çok sevdim. Sizce bu görsel albümün tabiatı ve temalarıyla ne şekilde uyuşuyor?
Ben: Bu soruyu Sam’e devredebilirim. Görseli o buldu, ben de kusursuz olduğunu onayladım. Albümde yer alan gerçek dışı düşmanlarla yüzleşme temasıyla uyuşuyor gibi.
Sam: Kız arkadaşım bana Polonyalı sanatçı Aleksandra Waliszewka’nın eserlerini içeren bir kitap vermişti. Bu kitapta Waliszewka’ya ilham olmuş farklı dönem sanatçılarının işlerinden de çok örnek vardı. Çoğunu sevdim, Marian Wawrzeniecki’nin çalışmaları ise özellikle hoşuma gitti. Eserleri genellikle erotik ve mistik temaları, bir de ölümü ele alıyor gibi duruyor. Sanırım bunlar beni doğrudan alakadar etmeyen ama oldukça evrensel konular. Söz düzeyinde de bu temalarla bolca bağlantı var. Kapaktaki görsel, içlerinde Ben’in en çok hoşuna gidendi. Bu görüntü özelinde istediğiniz yorumu yapabilirsiniz elbette, ama akıl almaz güzelliklerin karşısında biçare kalma fikri hoşuma gidiyor. Aşkın her şeyi fethedebileceği ve zıt güçler olarak gördüğümüz şeylerin simbiyotik tabiatını görebilme fikirleri de…
Jinxed by Being’in kayıt sürecini bana üç spesifik anı eşliğinde anlatabilir misiniz?
Ben: Sam’in kayıt sürecini aksatmamam için çok uğraştığını hatırlıyorum. Hayatımda oldukça yoğun bir dönemden geçiyordum, o bana motivasyon veriyordu. Sam’in ritim ve basta harikalar yaratabildiğini duydukça çok heyecanlanıyordum. Bana parçaları üstüne hayalini bile kuramayacağım sesler ekleyerek geri yolluyordu. Son olarak Sam’in ortaya koyduğu sözlere ve vokal dizelerine bayıldığımı hatırlıyorum. Bir kez olsun başka birinin fikirleri üstünden yürümek çok eğlenceliydi. Six Organs’ta sık yaptığım bir şey değildir.
Bu albümden şekillendirmesi en kolay ve en zor birer parçayı seçmenizi istesem bunlar hangileri olurdu?
Ben: Bu konuda seni yine Sam’e yönlendireceğim. İşin “şekillendirme” kısmını hep o yaptı. Parçaları bir araya koyma, cisim verme ve dinlediğin ana hatları oluşturma konularında hep o emek verdi.
Sam: Bilemedim. “The Voice and The Pulse”un başındaki vokal efektini güzelce oturtmak uzun zaman aldı. Kendi seslerimizden uzun reverb kuyrukları ürettim. Sonra da onları tersine çevirip vokallerimizin önüne yerleştirdim. Böylece bir rüzgârın yavaşça şiddetlenip seslerimize evrildiği hissini yaratmak istedim. Çoğu günlerimi stüdyoda geçirir, mutlu olduğum bir sonuca ulaşana dek çalışmayı sürdürürüm. Her projemde geçerlidir bu. Ben’e ne göstersem tatmin oluyordu, bu bana büyük motivasyon oldu. Parçaları bir araya getirirken genelde çok düşündüğümü söyleyemem.
Birlikte çalışırken birbirinize müzik üretimine yönelik daha önce aşina olmadığınız nasıl yaklaşımlar öğrettiniz?
Ben: Sam’e hiçbir şey öğrettiğimi zannetmiyorum. Sound’unu çoktan oturtmuş bile. Bence o bana bir şeyleri zamana yaymayı ve müziği aceleye getirmemeyi öğretti.
Sam: Enstrümanı stüdyo olan biri olarak enstrümanlarını iyi çalabilen müzisyenlere daima hayranlık duymuşumdur. Ben konusunda ise çalmaya yönelik açık fikirli yaklaşımını seviyorum, yetenekli biri olmasına rağmen müziğe kaideler ya da yazılı kurallar olmadan yaklaşması çok hoş. Birçok iyi müzisyen o tavrı zaman içinde kaybediyor, ama Ben’in kendine has naif bir yaklaşımı var. Bunu seviyorum. Geçmişten bugüne bütün çalışmalarının hayranıydım zaten.
Müzik dinleme platformunuzun arama geçmişinde gözüken son üç şarkı nedir?
Ben: Bende sadece Bandcamp var, orada dinlediğim son üç şey de Richard Youngs – “Workouts”, Max Eilbacher – “Duel Monologs” ve William Tyler – “Mayan Space Station.”
Sam: Charles Mingus – Mingus plays piano, The Pretty Things – S.F.Sorrow, Acid King – “Beyond Vision.”
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben: Sam’le çalışmak aşırı keyifliydi. Birlikte kotardığımız albümle gurur duyuyorum. Umarım bir tane daha yaparız.
Sam: Ben de albümden çok memnunum. Umarım insanlar da bizim kadar sever. Ben gibi iyi bir arkadaş edindiğime de çok memnunum.
Albümün Bandcamp linkine şuradan oluşabilirsiniz.