Söyleşi: Emil Amos

Kapak Fotoğrafı: Casey Proctor

Emil Amos’u OM, Grails, Holy Sons gibi çeşit çeşit projeyle tanıyoruz. Kendi adıyla yayımladığı yeni albümü Zone Black ise çoğu çalışması gibi birçok farklı alandan ilham alıyor: Film noir ruhu, hip-hop beat’leri ve tekinsiz synth’lerin sürüklediği bu albümün hikâyesini gelin bizzat Amos’tan dinleyelim.

Nasılsın şu aralar, Emil?

EA: Günden güne hayatta kalmaya çalışıyorum.

Yeni albümün Zone Black biz bu röportajı paylaşana dek yayımlanmış olacak. Kısaca açıklayabilir misin bu albümün gözündeki yerini ve nasıl ortaya çıktığını?

Zihnimi yavaşlatmaya, kafamdaki şarkı formatlarını vücudu içten içe yükselten bir forma dönüştürmeye çalışıyordum. Geleneksel rock müzik kurgu biçiminin prangalarından kurtulmam adına önemli bir adımdı. Temel prodüksiyon klişelerinden sıyrılıp sahiden dinlemek istediğim bir şeye yaklaşmış oldum.

Albüm film ve televizyon müziklerinin bir interpolasyonu niteliğinde. Şimdiye dek izlediğin diziler ve filmler içinde en sevdiğin müzikleri içerenler hangileri?

1970’lerin tekinsiz müziklerle dolup taşan televizyon yayınlarıyla büyüdüm ben, Kung Fu ve The Hulk gibi. Haliyle listesini çıkarabileceğim referans kaynaklarından bolca var. Ama buradaki müzikler daha ziyade benim yaşımdaki insanların Thief ve Risky Business gibi filmleri ilk izleyişlerinde edindiği tuhaf hisler ve anılardan geliyor. Bu filmleri izliyorduk, ama neler olup bittiğini anlamak için fazla küçüktük.

En sevdiğin beatmaker’lar kim?

Bana bu alana girme isteği aşılayan başlıca kişi Madlib idi, ancak bu alanda oyunun seyrini en çok değiştiren isimlerden biri MF Doom kesinlikle. Ortada vaporwave diye bir türün olmadığı 2000’ler başında MF Doom’un mizah anlayışına kesinlikle ihtiyacımız vardı. Ancak Madlib’in yapımcılığı tabiri caizse daha kirliydi ve albümlerini daha yoğun bir emekle yoğuruyordu. Bu da zihnimde 1980’ler sonu uyuşturucu müzikleriyle günümüz beatmaking sanatı arasındaki bağlantıyı kurmama yardımcı oldu. Herhangi bir sampler’ı rahatça kullanabildiğin an enstrümental hip-hop’ta keşfedilecek ufukların bir sınırı olmadığını anlamamı sağladı.

Albümdeki 1980’ler soslu synth sesleri bana korku filmlerini hatırlattı. Bu türün hayranı der misin kendine, en sevdiğin filmler neler?

Kesinlikle çokça ilgi duyduğum bir alan, ama bugünlerde biraz daha yavaş tüketiyorum. Hitchcock’ın altın döneminde ve Argento’nun gerilimi ele alışında güzel bir şüphe dokusu, red herring*ler ve çifte yaşamlar teması vardı; bunların hepsi çok hoşuma gidiyor. “Korku” fikrinin çıkış noktası aslında varoluşçulukla ilişkilidir, bu damardan ortaya çıkan filmler çok daha etkileyici geliyor. Bugünlerde bu kategoride işlerle filmin hikâyesi çok sağlam olmadığı sürece ilgilenmiyorum, öte yandan elbette harika örnekler de görüyoruz hâlâ. Infinity Pool’u çok güçlü buldum mesela.

Sence kapak görseli albümün ruh halini ve temalarını ne şekilde yansıtıyor?

İçimde sürekli ileri istikamette gitme, henüz yapmadığım şeyleri yapma dürtüsü var. Yıllar önce içinde bulunduğum projelerin kapak görsellerinde kadınları çokça kullandık, bıkmıştım artık bu durumdan. Artık bir şekilde çapkın bir imaj yüklemeye başlamıştı bana, her ne kadar tek amacımız 1960’lar ve 1970’lerin ucuz görsel estetiğini yakalamak olsa da. Ben de bu defa farklı bir şey denemek için erotik erkek fotoğrafları toplamaya başladım. Kapakta yer alması için ideal görseli de gördüğün fotoğraf sayesinde buldum, zira albümde “Theme from a Personal Prison” (Şahsi Bir Hapishanenin Müziği) adlı bir şarkı var. Şarkıyı yaptığım zamanki haletiruhiyemi anlatıyor.

Albümde hangi enstrümanlar ve araçlar üstünde deney yaptın?

Şarkıları yazmaya başladığımda birkaç eski klavye toplamıştım. Kullanması en rahat ve güvenilir olanlar Mellotron ve OP1 idi.  Ama çok lazım olduğunda hâlâ Yamaha SK15 orguma, Moog Grandmother ya da Wurlitzer’ıma koşuyor; şarkıları kendilerinin yardımıyla bir bütünlüğe kavuşturuyorum.

Bu seçki içinde yazması ve kaydetmesi en kolay ve en zor iki şarkı hangileriydi?

Sanırım “Bad Night at Cowboys”u kesip kurgulaması diğerlerinden daha zordu. “Moving Target” ise hızlıca ortaya çıktı. “Moving Target”ı 2013’te falan yapmış olmam lazım, yani albüm bir konsept olarak uzun bir süredir aklımdaymış aslında.

“Korku” fikrinin çıkış noktası aslında varoluşçulukla ilişkilidir, bu damardan ortaya çıkan filmler çok daha etkileyici geliyor. Bugünlerde bu kategoride işlerle filmin hikâyesi çok sağlam olmadığı sürece ilgilenmiyorum, öte yandan elbette harika örnekler de görüyoruz hâlâ. Infinity Pool’u çok güçlü buldum mesela.

Emil Amos

Hemen bir oyun oynayalım, hile yapmak yok: Müzik dinleme platformunun arama geçmişinde görünen son üç şarkı nedir?

Online platformları pek kullanmıyorum, ama şu an pikabımın yanı başında duran plakları sayabilirim: Christie’den “The Dealer/Pleasure and Pain”, Michel Banabila’nın yeni albümü Wah Wah Whispers ve Freestyle Fellowship’ten To Whom It May Concern.

Yazdığın şarkı sözlerinden birini bundan 100 yıl sonra mezar taşına götürebilsen hangisini seçerdin?

Charlie Rich’ten çaldığım bir söz olurdu: “Don’t put no headstone on my grave, ‘cause all my life I’ve been a slave.” (Mezarımın üstüne taş koymayın, zaten hayatım boyunca bir köleydim.)

*Red Herring: Özellikle gizem ve gerilim filmlerinde seyirciyi kasıtlı olarak yanlış yönlendirmek, onu esas şüpheliden ya da olaydan uzaklaştırmak adına kullanılan hikâye aracı.

Emil Amos’un Bandcamp profiline şuradan ulaşabilirsiniz.