Belirsizliği hoş karşılamayan bir doğamız var. Bir şeyin iyi mi veya kötü mü olduğunu, bize yararlı mı yoksa zararlı mı olduğunu bilmek ister, sonu havada asılı kalan her hikayeye içten içe kızarız. Trakya kökenli olduğu söylenen bu son tanrı ise size belirsiz bir tanrısallık vadediyor. Kutsal mı yoksa delice bir çılgınlık mı? İnsanlığın esrime haline hoş geldiniz. Fakat şunu bilmelisiniz ki o yol yüzyıllardan beri Dionysos’dan geçer.
Dionysos’un iki kere doğduğu söylenir. Fakat bu tanrının birçok kez öldüğünü ve tekrar dirildiğini de söyleyebiliriz. Unutmayalım; o bir tanrı yani bir ölümsüz. Yine de babası Zeus’un kıskanç eşi Hera’dan korunmak için kaçmış, kaçırılmış. Hikayeyi baştan alalım ve sonra da yaşadığımız bu yüzyılın Dionysos’un kötü bir taklidi olup olmadığına karar verelim.
Zeus; sanki tanrı – güçlü – hakim olanın aynı zamanda üstün bir tatmin etme – olma dürtüsüne de sahip olduğunu göstermeye çalışır gibi davranan çapkın bir tanrı. Hera; kadınlığın kıskançlıktan, komplo kurmaktan ve huzursuzluk yaratmaktan başka bir tarihi yokmuş gibi sürekli Zeus’un ve onun sevgililerinin peşinde koşturup duran bir tanrı. Dionysos’un hikayesi de bu iki tanrının artık sıradan bir hal alan “karı-koca” çıkmazından payını alıyor. Zeus, Kadmos ve Harmonia’nın kızı olan Semele’ye aşık olur ve Semele için talihsiz serüvenler dizisi başlar. Zeus, Semele’ye olan aşkının bir ispatı olarak ona bir söz verir; onun her istediğini yerine getirecektir. Hera ise her mitolojik hikayede olduğu gibi tanrısal zekasını yine hinliğe harcar. Kılık değiştirerek Seleme’nin aklına girer. Madem Zeus sana bu denli aşık ve madem bir tanrı, neden tanrı sıfatını sana göstermiyor? Zeus bir söz vermiştir. Tanrı sıfatını aşık olduğu kadına gösterir. Yıldırım ve şimşeklerin yakıcı ışık ve ısısına dayanamayan Seleme ölür. Karnında tam 7 aylık olan Dioynsos ise annesinin karnından babasının baldırına geçer. Zeus, oğlunu alarak onu baldırında, bazı kaynaklara göre kasıklarında, büyütür ve zamanı geldiğinde onu doğurur. Doğumunun ardından Hera’nın gazabından kaçmak için Nysa vadisine götürülür. Orada nympheler ile bir cennet hayatı yaşayan Dionysos, Zeus tarafından bir oğlağa dönüştürülür.
Bu hikaye Dionysos için anlatılan birçok hikayeden sadece biri. Zeus’un bilindik çapkınlığı ve Hera’nın dillere destan kıskançlığı. Yunan mitolojisinden Roma mitolojisine geçelim. Romalılar Dioynsos’u alıp Bakkhos yapımış ve salt zevk düşkünlüğü ile tanıtmışlar, kutsallıktan çıkarıp sadece sarhoşluğun taşkınlığını taşıyan bir figür haline getirmişler. Şimdi tüm bu mitolojik hikayeleri geride bakalım ve günümüzde kabaca ‘şarap ve sarhoşluğun’ tanrısı olarak bilinen Dionysos’un günümüzde nasıl algılandığına odaklanalım. Dionysos, diğer Olympos tanrıları tarafından kolay kabul edilen bir tanrı değildi. O, kendini var etmiş ve kabullendirmiş bir tanrıdır. Diğer tanrılar ve hatta Homeros tarafından bir tanrı olarak kabul edilmeyen, hor görülen ve kovulan bu tanrı kendini insanlığa pek sevdirmiştir. Tanrı olabilmesinin altında insanlar tarafından bunca sevilmesinin de katkısı büyüktür. Peki, insanlık bu tanrıyı neden böylesine bağrına basmış? Neden adına en çok tapınak yapılan tanrı deliliğin bir yansıması olan Dionysos olmuştur?
Dionysos, çizginin sağ ya da sol tarafına koyabileceğiniz, yanına bir artı veya eksi çizebileceğiniz bir tanrı değil. Ondan nefret etmediğiniz gibi onu korkuya yakın bir hayranlık duymadan da sevemezsiniz. Eril bir bereket simgesi olan Dionysos, bereketin ‘dişil’ olma zorunluluğuna bir es vermiştir. Çocukluğunda Hera’dan saklanmak için kız çocuğu kıyafetleri ile büyütülen, hem annesi hem de babasının bedeninden iki kere doğan bu tanrı çift cinsiyete sahip. “Pseudanor” yani ‘yalancı erkek’ lakabı yakıştırılan Dionysos’un sakalları vardır fakat kadın elbisesi giyer. Tarih boyunca ancak erkeklere yakıştırılan, kadınlarda ise eksik görülen “aklı başında olmak” ve “kararlılık” gibi kavramlar ile hiç ilgilenmez; hoyratlık, eğlence, seks ve diğer birçok zevk ile birlikte anılır. Aynı kadınlar gibi (!) içinde delilik ve tutkuya odaklı hisler barındıran Dionysos, kardeşi Apollon’un tam karşısında durur.
Diğer erkek tanrılar veya hükümdarlar gibi fethetmek için diyar diyar dolanmıyor, gittiği her yerde insanlara şarap yapımını öğreterek onları esrimeye davet ediyor. Dionysos şarap ve sarhoşluğu ile ünlü. Bunlar, kendisinin de sonradan keşfettiği şeyler. Oldum olası üzüm yemeyi seven bu tanrı üzümün bekletildiği zaman insanı çarpan tatlı bir sarhoşluğa sebep olduğunu keşfediyor ve bu keşfini tüm insanlık ile paylaşıyor. Zamanla Dionysos’un simgelediği şeyler artmaya başlıyor. Bereket, şarap ve sarhoşluk. Kapılar birbirine açılıyor. Sarhoşluğun insanda uyandırdığı özgürlük hissi kişiyi insan olmaktan bir adım öteye taşıyor. Sarhoşluk ile kendi içine dönmeye başlayan insan; içgüdüsel davranışlarını, yaratıcılığını, bu yaratıcılığın getirdiği taşkınlık halini, vahşi ve yabani yönünü, başına buyruk olmanın güzelliğini keşfediyor. Dionysos artık bereket ve şaraptan çok daha fazlası! Esrimenin bir simgesi haline geliyor.
Esrimeden ne anlarsınız peki? İnsanın bedenini aşarak tanrıya ulaşması ve kendini onunla bir sayması olarak adlandırılan esrime, insanlıkta bir kaosa dönüşüyor. Dionysos’un yanına bir kelime daha ekleniyor. Kaos! İnsanın doğadaki vahşi halini temsil eden Dioynsos’un epey radikal müritleri oluşuyor. Bunların en ünlüleri ise Dionysos’un dinsel törenini oldukça çılgın ve müstehcen bir şekilde kutlayan kadınlar topluluğu olan Bakkhalar. Bu dini törenlerin zaman içinde tiyatro sanatına dönüşmesi ise bu tanrının hınzır gülüşünün hala devam ettiğini gösteriyor.
Dionysos için düzenlenen törenler vahşiliği ve uçarılığı ile ünlü. Müzik ve dans ile birlikte kendinden geçen müritler, Dionysos için hayvan kurban eder ve bu hayvanları elleri ile parçalayıp çiğ olarak yer, tanrılarının kendilerine vahşi hayvanlar biçiminde göründüğüne inanan müritleri, sarhoş bir halde dağlara çıkar, çılgınca bağırarak dans ederlerdi. Karşılarına çıkan hayvanların üstüne atılıp parçalayan bu insanlar, parçaladıkları hayvanları, tanrıları Dionysos’u içlerine almak için çiğ bir halde yerlerdi.
Kendisine tapanlara özgürlük ve yaşama sevinci veren bu tanrı, her zaman böylesine yumuşak huylu değildi. Belirsizliğin ve ikiliğin tanrısı olan Dionysos, istediği zaman çok kötü de olabiliyordu. Yıkımı da aynı bereket gibi yanında taşıyan tanrı gizemini ve belirsizliğini de burada koruyor. Ne de olsa istenmeyen, dışlanan, dışarıdan gelen ve tehlikeli bir figürdü. Antik Yunan dünyası aşırıdan kaçar ve medeniyeti kutsardı. Dionysos ise tüm bunlara tehdit oluşturuyor, taşkınlığını gittiği her yere taşıyordu. Şimdi başta sorduğumuz soruya geri dönelim. İnsanlık bu tanrıyı neden bu kadar sevdi? Çünkü tanrı olmaktan çok bir “diriydi.” Kendini temsil etmekten çok insanla doğa arasında kurulan ilişkiyi temsil ediyordu. Yaşam enerjisini insanlara hediye eden bu tanrı, ölüler diyarını da bize hatırlattı. Olmypos’a dışarıdan giren bir tanrı olarak, insanlığın kutsal olana ulaşmasına yardım etti. Kişiyi insanlık durumundan kurtardı ve tanrısal geçmişine tekrardan kavuşturdu. Dionysos günümüzde her ne kadar “sarhoşluk”, “zevk” ve “taşkınlık” tanrısı olarak bilinse de, insana yalnız içki yoluyla değil esin yoluyla da özgürleşebileceğini öğretti. Çünkü şarap iyi olduğu kadar kötüdür de.