Sevdaliza ikinci albümü Shabrang‘da karanlık bir tünele göğüs gererek yolun ilerisinde onu bekleyen şifaları gözlüyor. Bu esnada çevresini kuşatan ışıksızlıkla bir oluyor, siyahın çeşitli tonlarının desteğiyle ruhani bir yükseliş yaşıyor. Ucundan goth sayılabilecek, birçok noktada ise adeta Portishead’in mirasından beslenen işler bunlar. İşin temeli ise sanatçının kendi özüyle yüzleşebilmesinde, etkileşim alanından büyük bir başarıyla sıyrılıp ötesini bulabilmesinde saklı.
Mitoloji günümüzle, şahsi yaralar başkalarındaki sonsuz özdeşleriyle buluşuyor Shabrang boyunca. Albüme ismini veren, Pers mitolojisinden alınmış at, 15 şarkı boyunca işittiğimiz duygu yoğunluğunun bir maskotu olarak da görülebilir. Güncel travmalar, devridaim kötülükler, umut kıvılcımları sözleri kuşatır; trip-hop ritimleri, hüzünlü gitarlar, tekinsiz autotune’lar birbiri içinde erirken daima yanımızda dört nala koşan bir varlık hissediyoruz, olsa olsa Sevdaliza’nın sansür yememiş yaratıcı gücü olabilir bu. Yoksa 62 dakika nasıl yarım saatmiş gibi akıp gitsin? Sevdaliza kendi ruhunun önündeki kısıtlamaları kaldırdıkça maskot at da hız kesmeden tam sürat yolculuğunu sürdürüyor, “Eden”ın sözlerinde ise Truva Atı’nın kendisine dönüşerek seçki boyunca süregelen aşk-ihanet, iyilik-kötülük ikilemlerine yeni düzlemler kazandırıyor.
Gönül işleri ve peşi sıra sürükledikleri envai çeşit lanet “Joanna”, “Lamp Lady”, “Habibi”, “Darkest Hour” gibi sayısız şarkıyı şekillendirirken Shabrang‘ın diyalektik kimliği sorgulanamaz bir hal alıyor, öyle ki şarkı sözlerinin yoğunluğuna karşın bir süre sonra dilsel bütünlük önemsiz görünüyor, Farsça okunan “Gole Bi Goldoon”‘un derdini ruhani boyutta anlamamız, albümün içine duraksamadan gömülmeyi sürdürmemize vesile oluyor. Tüm bu deneyimin içinden insanı öz kimliğiyle buluşturup barıştıran, güçlendiren bir yapıt yükseliyor. Duyunca aklından çıkarabilene aşk olsun.