Şu ‘yalan dünya’da insanlar ikiye ayrılır: ‘Kendi gönlünün adamları’ ve ‘başkalarının gönüllerinin adamları’. Her iki mizaçtaki insanların da kendilerine göre varoluş sorunları olması gayet doğaldır. Bu iki ayrı kategoriden iki gönül adamının, kraldan çok kralcı ATV’deki buluşması ise –umuyorum ki- hala zihinlerdedir. Programın sunucusu, ‘kendi gönlünün adamı’nın o günlerde gündemde olan sigara zammıyla ilgili müthiş örneklemesini, o ibretlik (!) namaz çıkışı hikayesini mest bir halde dinlerken, ‘başkalarının gönüllerinin adamı’nın midesi bunu daha fazla kaldırmaz; ‘özür dileyerek’ itiraz eder ‘parası yoksa sigara da içmesin zaten’ temalı sava: “Özür dilerim, baban zengin mi fakir mi diye soraydın! …İnsanlar aç, sigara içmeyecekler de ne yapacaklar!”
Kendi gönüllerinin adamları, dünyanın kendi etraflarında döndüklerini zannederler ki, bu çok ağır ve yorucu bir sorumluluktur. Başkalarının gönüllerinin adamları, tüm dünyanın yükünü omuzlarına alırlar ki, bu da çok ağır ve yorucu bir sorumluluktur. İşte, Neşet Ertaş, bu sabah ölen ‘halk’ ozanı, o günkü bu isyanıyla Recep Tayyip Erdoğan’ı açıkça değişime davet etmiştir. Şimdilerin moda tabiri ‘ayar’, Neşet Ertaş’ın dilinde vücut bulsa da Erdoğan kendisi adına ulvi bir değişimin fırsatını da işte o an kaçırmış, zihninde yanması gereken bir ampulü panikle ve korkuyla ilelebet söndürmüştür. Kaçan balık büyüktür; çünkü bilinir ki bu fırsat insanın ömründe sayılı sefer çıkar karşısına, ak sakallı dedeyi kanlı canlı bulmak yanında, her zaman nasip olmaz.
Birileri ölünce, aslında ya o birilerinin hayattayken yapamadıkları için ya da kendimizi o ölümden dolayı bir şekilde artık güvende hissetmiyor oluşumuzdan dolayı ağlarız. Daha da derinleştirirsek; ölümün kendisinden çok daha acı şeylere ağlarız. Ben de bugün, Neşet Ertaş’ın öldüğü günde, O’nun bedeninin ölümünden çok daha acı şeylere ağlıyorum. Bedeninin ölümünün, aynı zamanda temsil ettiği tüm değerlerin ölümünün olmasına, o değerlerin yaşayan son temsilcilerinden birinin gidişine, ait olduğu Anadolu’nun tahammülsüzlüğüne, nezaketin, tevazunun, duyarlılığın, başkasının acısını, derdini sıkıntısını sahiplenmenin büyüklüğünün kaybına ağlıyorum, kaçırdığımız fırsatlara, geldiğimiz hale, değişmekten ve aşk’tan korkar halimize ağlıyorum.
Bugün hepimiz ağlıyoruz. Bugün hepimiz, kendimizi güvende hissetmiyor olduğumuz için, kaybettiğimizi bir an için fark ettiğimiz şeyler için, ve geri dönüş şansını kaçırdığımız için ağlıyoruz. Yarın geldiğinde, bir kısmımız ‘Ertaş’ın ne de büyük bir usta olduğuyla ilgili’ methiyeler düzerken, bir kısmımız ‘abartıldığından’ dem vuracak. İki gün sonra uyandığımızda ise içimizdeki sansürcü işbaşında olacak ve yola devam edeceğiz, ölümlerin temsili tesiri bile vücudumuzu terk etmiş olacak. Güzellikle, incelikle söz almanın devri çoktan kapandı, başkasının sorumluluğunu taşımak artık OUT, bunları dillendirmek ‘küstahlık’ ve haddinin bildirilmesi için bir vesile. Neşet Ertaş mı öldü? Hayır; o isim altında taşıdıkları öldü ve bir devir kapandı. İşte buna ağlanır, dostlar.