Hazırlayan: Gökay Sarı
Tükenmişliği ifade etme sanatı.
1815’in Temmuz ayının ortasında, İngiliz Kraliyet Donanması Fransa’nın Atlantik kıyılarını kuşatmış, sahilleri ahşap, demir ve barut kokusuna boğuyordu. Bu kuşatmanın amacı, herhangi bir istiladan ziyade Napolyon’un kaçışını engellemekti. Napolyon, Fransa’da kalamayacağını ve İngiliz gemilerinin arasından kaçamayacağını fark ettiğinde bir anlaşma yapmaktan başka bir çaresi kalmadığını da yine aynı süratle fark etmişti.
Dünya tarihindeki ve hatta edebiyat tarihindeki pek çok kurgusal karakter gibi güç zehirlenmesinden nasibini almış olan Napolyon, başta Fransa halkınca göklere çıkartıldığı gibi şimdi yine aynı milletin düşmanı olmuştu. Başarılı bir generalden, kana susamış bir diktatöre dönüşmüştü. Fransa kıyılarında İngilizce gürültüler yükseliyordu, kendisini onların merhametine bırakmaya karar veren Napolyon, 13 Temmuz 1815’de, dönemin İngiltere prens naibi olan George’a bir mektup yazarak sığınma talep etti. Bu mektupla birlikte politik kariyerinin sonlandığını ilan etmiştir. Fransız Devrim Ordusu, Waterloo Muharebesini kaybetmiş ve Napolyon tükenmiştir.
“HMS Bellerophon,” İngiliz Kraliyet Donanması’na ait olan ve Kaptan “Frederick Lewis Maitland” tarafından komuta edilen gemi Napolyon’u “tutsak” olarak kabul etmiş ve taşımıştır. Napolyon’un teslimiyeti ile birlikte, Fransız Devrim Ordusu ve diğer güçlü Avrupa ülkelerinin oluşturduğu Koalisyon ordusunun karşılaştığı ve on beş yıl süren “Napolyon Savaşları” da son bulmuştur.
Bahsi geçen gemi, dönemin mühendislerinden “Edward Greaves” ve ekibi tarafından 1787 yılında inşa edilmiş, yetmiş dört adet top taşıyan bir sıra gemisiydi. Napolyon’u esir alması ile birlikte “hapishane gemisi” sınıfına dahil olmuş ve 1836 yılında artık kullanılamayacak hale gelene kadar bu amaca hizmet etmiştir. “Bellerophon” ismi, İngiliz Edebiyatını da fazlasıyla etkilemiş olan Antik Yunan Mitolojisi’ndeki Bellerophontes’ten gelmektedir. Kanatlı at Pegasus’un sürücüsü olan ve Kimera’yı alt etmesiyle ünlenen Bellerophontes’in yüksek hızı, uçarak gezinmesi gibi öğeler şüphesiz ki İngiliz Kraliyet Donanması’na ait olan ve Napolyon’u esir alan geminin bu ismi tercih etmesine sebep olmuştur.
“Gemideki çaresiz Napolyon” imgesi, pek çok esere esin kaynağı oldu. Çıkış noktasını bu tarihi olaydan alan pek çok sanatçı kendi yorumunu katarak sanatın farklı dallarında üretimde bulundu. Ancak bunlardan en az bilineni, belki de tüm Dünyada gayet iyi bilinen Beirut grubuna ait olan “Napoleon on the Bellerophon” şarkısıdır.
Günümüzde dünya çapında bir üne sahip olan Beirut, sanat camiasında da haklı bir saygı ile anılmakta. Batı Avrupa ve Balkanlar’a özgü müziği başarılı bir şekilde harmanlayan grup, kurucusu olan Amerikalı Zachary Francis Condon’un bir solo projesi olarak başlamış ve yavaşça bugünkü halini almış, ilk konserini de 2006 yılının Mayıs ayında New York’ta gerçekleştirmiş ve aynı sene “Ba Da Bing” etiketiyle piyasaya sürdükleri “Gulag Orkestar” isimli ilk albümündeki parçaları sahnede icra etmişti. Bir yıl sonra yine aynı etiketle çıkarmış oldukları “The Flying Club Cup” isimli albümleri ile de hak ettikleri asıl üne kavuşmuştu.
2007 ve 2010 yılları arasında Beirut sessiz kalmış, Zach Condon ise mesleki, yani müzikal olarak kişisel problemleri ile boğuşurken 2011 yılında, “Pompei Records” etiketi ile üçüncü albümleri olan “The Rip Tide”ı piyasaya çıkarttı. Albüm, grubun hayranları tarafından beğenilse ve ilgi görse de Zach bir şeylerin eksik olduğu düşüncesini aklından çıkaramıyor ve üretim sancıları çekmeye devam ediyordu. Nitekim yoğun bir “tükenmişlik sendromu” ile boğuşurken Zach, doğal olarak Beirut yine bir dört sene kadar sessiz kaldı. Turnelerinin ve konserlerinin sayıları da azalıyordu. Ta ki Zach, İstanbul ile arkadaşlık etmeye başlayana kadar.
Buhranlı döneminde, 2014 yılında Beirut’un İstanbul konseri kendisinin hayatında bir dönüm noktası oldu. Sağanak bir yağmur altında gerçekleşen konser, izleyicilerin olumsuzlukları umursamadan dans etmeye, şarkıları hep bir ağızdan söylemeye devam etmesiyle uzun süre sonra Zach’i tekrardan heyecanlandırabilmeyi başarmış ve içini umutla doldurmuştu. “Gezi Protestoları” sırasında da İstanbul’da bulunan Zach, İstanbul’dan ve İstanbullulardan öyle çok etkilenmişti ki, üretim sancıları bir anda son bulmuş, her sokaktan ve insandan beslenmeye başlamış. Gezi Protestoları sırasında tanıştığı bir Türk kızı ile şu an nişanlı olan Zach’in keyfi yerine gelmiş, e hal böyle olunca da yine son derece başarılı kabul edilen ve hayranları tarafından yoğun ilgi ve hasretle karşılanmış olan “4AD” etiketli “No No No” albümü 2015 yılında Beirut tarafından piyasaya çıkartıldı.
Gelelim Napolyon ve Zach’in bağlantısına. Bay Condon’un hayatının kısa ancak önemli bir dönemini konu alan öykümüz mutlu sona kavuşmuş gözüküyor. Fakat, son derece sancılı ve çok ama çok uzun zaman önce kendini belli eden bir süreç olduğunu da belirtmek gerekir. Beirut’un “Napoleon on the Bellerophon” isimli şarkısı, grubun 2007 yılında çıkartmış olduğu “Pompeii” isimli “EP”de yer almakta, yani her şeyden çok daha önce, tükenmişlik hissinden, yorgunluktan ve üretim sancılarından…
Ateşin olmadığı yerden tütmeyen dumanın kararlılığında, belki de Zach en başından beri farkındaydı bir takım zorluklar ile karşılaşacağının. Zira bu EP’de yer alan, isminde tarihi bir olaya ve beraberinde mitolojik bir karaktere de gönderme yapan “Napoleon on the Bellerophon” şarkısı, tıpkı gökyüzünü omuzlarında taşıyan Atlas gibi, üç buçuk dakikalık yoğun bir hüznü de sırtında taşımaktadır. Parçanın ismi, Napolyon’un teslimiyetindeki çaresizliğe ve tükenmişliğe bir gönderme yapıyor ancak Napolyon’a yakılan bir ağıt değil. Lirik olarak çok kısa ve anlaşılması zor bir üsluba sahip olan şarkı, kritik edilmekten dahi çok uzakta ve yalnızca dinleyerek anlaşılabilecek bir başyapıt olarak Beirut’un imzasını taşıyor.
“Bellerophon’da onların şarkılarını yüksek sesle çaldığını hiç duymadılar.
Cennetin azizleri tarafından yüzdürülmüyorum denizde ben
Ve sen benim yalancı olduğumu, içeride bir yerlerde sonsuza kadar kaybolduğumu söylüyorsun.”
Şarkı yalnızca bu üç cümleden oluşuyor. Hangi dilde söylendiğini anlamak için bile pür dikkat kesilip can kulağıyla dinlemek gerekiyor. Az ve öz, geri kalanını Beirut’un son derece hakim olduğu geniş enstrüman yelpazesi ziyadesi ile anlatıyor zaten. Kapalı bir gökyüzü gibi, biranda başlıyor şarkı, aynı şekilde de bitiyor. Kulaklarımızda Zach’in mırıldanmaları, içimizde tatlı bir hüzün kalıveriyor yalnızca.
(Yararlanılan Kaynaklar: “The Surrender of Napoleon to Capt. Maitland on board HMS Bellerophon” – by Peter Clark, “Life on board the Bellerophon with Napoleon” – Katherine Astbury, “Article titled ‘Beirut (band)’ on Wikipedia.org, “Article Titled ‘HMS Bellerophon’ on Wikipedia.org”)