Bir sanat eseriyle karşı karşıya kaldığımızda, izleyici konumunda olan bizlerde eserin ne olduğunu algıladıktan sonra, içimizde esere ilişkin duygular tepki olarak kendini gösterir. Önceki yazı da bu duyguların önemi üzerinden şekillenmiş ve duygu-düşünce sorunu üzerine sorularla bitmişti. Şunu önceden belirtmeliyim ki az önce okuduğunuz giriş bu sorulara cevap arama sürecinin başlangıcıdır. Bu süreçte tutarsız cevaplar bulunabilir ancak bundan ortaya çıkacak çelişkiler okuyucuda yeni bir yaklaşımın ortaya çıkmasını da sağlayabilir. Bu sürece terapi süreci gibi yaklaşabiliriz. Her şey karışık ve düzensiz bir şekilde insan zihninde hatırlanır ve bir süre sonra bu girdiler bir düzenle şekillenir; kişide anlam kazanır ve ‘iyileşme’ gözlenir.
(Çok fazla şahsi fikir içerir.)
İlk sanat örnekleri, insanların ifade etme/ anlatma ihtiyacı sonucunda ortaya çıkmıştır. Mağara duvarlarına çizilmiş yabani hayvan şekillerinde veya tanrı figürlerinde bunu görebiliriz. Yaşadığımız dönemde de bu anlatma, gösterme amacını görebiliriz. Ancak bu döneme kadar insan beyni çok fazla değişim geçirmiş ve gösterme ihtiyacı ilk mağara resimlerinin çizildiği dönem olan primitif dönemden daha sofistike bir hal almıştır. Beyinde bulunan görsel alandan sorumlu bölge büyüme göstermiş. Bu büyüme kıvrımların artması, kompleks hale gelmesi şeklinde görülmüştür. Bu değişim, insanlarda yeni bir ihtiyaç olarak kendini göstermiştir. Bu ihtiyaçlardan biri de sanattır. Estetik bir zevk alma ihtiyacıdır. Sanat tarihinin belli dönemlerinde estetik önemli bir konu olmuşken bazı dönemlerinde de özellikle reddedilmiştir. Dadaizm de bu reddedilen dönemlerden biriydi. Peki çağdaş sanatta bunun önemi nasıl? Bu soruyu önceki yazıda sorulan başka bir soruyla birleştirip cevap aramaya çalışalım.
“Sanatta duyguları evrensel bir ölçüt olarak alıp anlama sürecinde en önemli bir role sahip olduğu argümanı ne kadar doğrudur? Ya da tüm söylenenleri bir kenara alırsak, bu sorunun bir anlamı var mıdır?”
Bir eseri “okuma” süreci analitik bir şekilde ilerlemez. Okuma kelimesini bu noktada özellikle kullandım çünkü bize sunulan şey bir açıklama yazısı ve somut bir ürün. Açık bir şekilde, bir matematik sorusunun çözümü gibi nedenleri ve niçinleri görünmüyor. İzleyici eserdeki ipuçlarıyla anlamaya çalışıyor. Tıpkı yeni öğrenilen bir dildeki simgelerle anlamları birleştirmek gibi. Peki bu okuma süreci nasıl ilerliyor? Bu süreç sezgisel bir süreç. Duygular önemli bir yer tutuyor hatta onlar bu süreci başlatıyor ve yönünü şekillendiriyor. Bu argüman günümüz sanatı için önemli bir yere sahip. İkinci soruya gelirsek, bu sorunun bir anlamı var mıdır derken sormak istediğim soru aslında bir eseri anlamaya çalışmaya gerek var mıdır sorusuydu. Bu sorunun cevabı kişinin sanata bakış açısına ve akımın amacına göre değişiklik gösterir. Sanata yaklaşım konusunda sınırların olabildiğince kaybolması gerektiği kanaatindeyim. Özetle bu soru kime sorulacaksa ona özgü bir cevaba sahip olacak.
“Bir x kişinin bir resim hakkındaki düşünceleri yaratan kişinin amacıyla uyuşmayabilir. Peki acaba yapan kişi x kişisinin bu şekilde düşünmesinden rahatsızlık duyar mıydı? Peki bu uyuşmama durumunun nedeni bilgisizlik midir?”
Öncelikle böyle saçma bir soru sorduğum için özür dilerim. Bu saçma bir soru çünkü sanat, sezgisel düşünme egzersizleriyle herkesin anlayabileceği hatta yaratabileceği bir şey. Nedeni bilgisizlik olamaz. Bu uyuşmama durumunun nedeni belki de sanatçının başarısızlığı da olabilir. Bundan dolayı izleyici kendini asla suçlu hissetmemelidir. Günümüz sanatının böyle bir dekadanlığa sahip olmaması gerektiğini düşünüyorum. Hatta şu söylenebilir ki, eğer böyle bir dekadanlığa sahipse eser başarısız olmuştur.
Bir eseri yorumlamaya çalışmak aynı zamanda tanrısının siz olduğu yeni bir mikro-evren yaratmak olarak düşünülebilir. İstediğinizi düşünmekte özgürsünüz. İstediğiniz şekilde hislerinizi yönlendirebilirsiniz. Bir eserin iyi olup olmadığının ölçütlerinden biri de budur. Başka bir deyişle, eğer düşünceleriniz ne kadar farklı yönlere doğru dağılıyorsa, eser o kadar başarılıdır.