Hazırlayan: Mustafa Şardan
Yerli alternatif sahnenin en eski gruplarından Replikas’ın 2011 tarihli TRT’de yayımlanmış “Sessiz Olmaz” belgeseli hakkında yazmadan önce biraz grup hakkında konuşmak gerekiyor. Anlatmam gerekenlerin çok küçük bir kısmını sunacağım, geri kalanına da belgeseli anlatırken yer vereceğim.
Öncelikle, Replikas memleketin en büyük gruplarından biri. Bu büyüklük tanınırlıktan değil, müzikaliteden geliyor. Onlara belli başlı televizyon programlarında pek denk gelmeyiz, piyasanın hit diye tabir ettiği herhangi bir parça da çıkarmamışlar ve yüzbinler/milyonlar izlenen youtube parçaları yok çünkü Replikas ticari kaygıya hayatında yer vermeyerek her zaman müziğin peşinden gitmiş ve içinde biriktirdiklerini anlatmak istemiştir. Türkçe sözlerle batıya bu denli direk dokunabilen, batının içinden çıkmış bir türe ait olmadan, tamamen kendi özgün yapısıyla uluslararası bir müzik yapan sayılı yerli gruplardan biri.
Grubun müziğini tanımlamak her zaman imkansızken, dünya müziği yaptıkları söylenebilir. Çünkü dünyada benzeri diyebileceğimiz ya da bulunduğu akıma örnek olarak gösterebileceğimiz bir grup bile yok. Kaldı ki, bulunduğu bir akım da yok. Batı ve doğu müziğini oldukça iç güdüsel, deneysel ve estetik bir kaygıyla birleştiriyorlar. Kendileri de zaten bunu tanımlamakta zorlanmış ve yaptıkları müziğe avant-rock demişler. Bu dünya müziği hazinesi içinde etkilendikleri belli bazı tınılar da kulağımıza gelir, bunlar sadece dinleyicinin duyabildikleri, daha doğrusu algısının izin verdikleri. Replikas’ın müziği her beyinle farklı bir etkileşime girebilecek bir potansiyele sahip. Grubun deposunu çözümleyebilmek dinleyici açısından imkansız, batıdan esinlendikleri şeyler de çok çeşitlilik gösteriyor.
İlk albümden yola çıkarsak, Köledoyuran’daki (2000) Tekke ve Bektaşi/Sufi müziği içindeki arabesk seslerle karışmış tüyleri diken diken kaotik bir saykedelik atmosfer var. Özellikle Akis, Gulyabani Muzik ve Hiç Ölü Zenci Yok parçalarında bu yoğunlukla hissediliyor (Akis parçasını Okay Temiz’in Denizaltı Rüzgarları ile birlikte yerli saykedelik müziğin tepe noktası olarak görüyorum). Batı etkilenimi içinde Replikas, krautrock’dan girer noise rock’dan çıkar, post-punk’a göz kırpar, batıya saykedelik müzik nasıl yapılır 101 dersini verir. Bir sonraki albüm Dadaruhi’de (2002) avangart müziğin dozunu daha da arttırır. Parçalar daha tekrara dayalı ve kayıt daha temiz. Köledoyuran’da istenerek elde edilen lo-fi bulanıklık berraklaşmış. Ritimler, melodiler, kullanılan çeşitli yerel enstrümanlar ve atmosferiyle yine Anadolu’nun merkezinde olduğunuzu hissetseniz de kasvetli saykedelik hava azalmış o boşluğu krautrock doldurmuştur. Tabu gibi parçalarla post-rock sularına da girildiği albümde ayrıca elektronik seslere de yer verilmesi albüm yapım sürecinin oldukça deneysel bir yöntemden geçtiğini kanıtlar nitelikte ve müziği daha komplike ve modern bir hale sokmuştur. Köledoyuran’daki mistik ve esrarengiz sisli hava, Dadaruhi’de çok daha açıktır dolayısıyla önünüzü rahatlıkla görürsünüz fakat bu sefer önünüzdeki yollar çok karışık, uçsuz bucaksız bir labirent ile karşı karşıya gibisiniz. Üçüncü albüm Avaz’da (2005) grup avangart dozunu azaltmış, daha alternatif alana yakın parçalar yapmıştır. Tabii bu alternatifleşme Replikas çatısı içinde geçerli, dışarıdan halen oldukça deneysel bir müziktir. Belki bu yüzden birçok insanın en sevdiği albümüdür, en kolay alışılan ve akla takılan şarkıları barındırdığı söylenebilir. Albümü, prodüktör olarak Sonic Youth, Dinosaur Jr. gibi kült gruplarla çalışmış Wharton Tiers ile kaydederler. Albümde lo-fi seviyesinin yukarı çekildiği de görülür. Grubun müziğin her alanında yenilikçi olduğu ve müzikaliteye önem verdiği açıktır. Bir sonraki albüm Zerre’de (2008) grup albümü Gökçeada’da eski bir hapishanede kaydeder. Bu Sıkıntı’da hücrelerin verdiği klostrofobiyi hisseder, Bozuk Düzen’deki bağlamada bir mahkumun parmaklarından çıkan umutsuz sesleri duyar, Ruh-Feza’da hapishanenin soğuk duvarlarına dokunursunuz. Son çıkardıkları tamamı enstrümantal parçalardan oluşan EP No:1’da (2013) ise doğu etkilenimine pek rastlanmaz, batının ambient geçmişinin izlerini görürüz. Berlin’de olduğu gibi muazzam bas-davul partisyonları barındıran albümde, Kyzyl gibi grubun yurtdışındaki kalburüstü gruplarla aynı kulvarda müzik yaptığını ve bir müzik kütüphanesi olduğunun kanıtlayan mükemmel bir ambient örneği de bulunur.
Belgesel hakkında ise; yazdıklarıma paralel ama benim görmediğim birçok farklı noktadan bahsediliyor. Grup üyeleri dışında gazeteciler ve sanatçılar da fikirlerini belirtiyorlar.
İlk olarak belgesel, Replikas’ın müziğindeki zenginliğin ve vizyonun nereden kaynaklandığına dair fikirler veriyor. Grubun üyelerinden birlikte ne kadar çok müzik dinlediklerini ve tanışma hikayelerinin de bu hobiye dayandığını görüyoruz. Replikas elemanları müzik yapmaya başlamadan önce de, başladıktan sonra olduğu gibi değişik çok farklı müzikler dinlemişler. Kendi topraklarının müziklerini araştırdıkları gibi Batı ve Dünya müziğinde de ara sokaklara dalmışlar. Zaten 23 yaşlarında Köledoyuran gibi bir albüm çıkarmak öncesindeki birikimi kanıtlamakta.
Batı müziğine ilgi, üyelerinin şehirli ve modern ailelerden gelmelerinden kaynaklanırken, Anadolu müzikal açıdan daha sonradan keşfettikleri bir kültür olmuştur. Erkin Koray’ın türkü yorumlarından, Arap müziğini değiştirmesinden etkilenip Anadolu müzik tarihini araştırarak kendi topraklarının otantik enstrümanlarıyla ilgilenirler. 98-2000 döneminde konser verdikleri Peyote’nin çevresindeki pavyon kültürü müziklerini ister istemez etkiler ve İstanbul’un kozmopolit yapısı müziklerini evrenselleştiren bir noktaya taşır. Belgeselde grubun müziği için yapılan “entelektüel punk grubu ve Bağcılar’da pavyonda duyulacak elektro gitar tonu” benzetmesi çok yerindedir. Ayrıca İstanbul’un değişen yapısı onların da müziklerine sürekli değişen ve yenilenen bir hal olarak yansır.
Grup müziği sanatın bir kolu olarak tanımladığı için belli formüller kullanmaz ve ticari yolları benimsemez. Doğu-Batı sentezi yapmak amacında değil, her şey kendiliğinden gelişmiştir. Herkes enstrümanını çok yönlü bir şekilde ve farklı estetik anlayışlarla çalarak özgün sesler yakalamak amacında. Enstrümanlarla yeni sesler arayışının sebeplerinden biri de ne kadar tarihinden besleniyor ve etkilenmiş olsalar da rock formatını kırmaktır. Aynı bakış açısıyla grup her albüm farklı şeyler denemiş ve birçok sesi ve türü içine alan şeyler yapmak istemiştir. Dolayısıyla motivasyonlarının ana kaynağı para değil, kendi müzikleridir. Bununla ilgili gazeteci Serkan Seymen belgeselde Seyyah’ın her yerde çalındığını, Replikas’ın oradan yürüse çok meşhur olacağını fakat bunun yerine müzikal tercihini başka şeyler yapmak olarak belirlediğinden bahseder.
Sözlerde Anadolu’nun garip bilge geleneğinden etkilenip ve imgesel sözler kullanmayı dinleyicide bir tür keşif alanı bırakmak açısından tercih etmiş. Vokal konusunda ise klişe tınılardan ve biçimlerden kaçmışlardır.
Ayrıca grup, albüm kapaklarının da bir sanat eseri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği fikrinde. Ses ve müzikte yaratılan yeniliklerin albümü kapağı için de geçerli olduğunu düşünüyorlar.
Müzikte hiyerarşiye, dolayısıyla grup içi hiyerarşiye de karşı olan grup, bu sayede her enstürmanının varlığını ve farklılığını duyabilmemizi sağlar.
Grubun müziğini çok güzel tanımlayan iki cümle şöyledir:
Barkın Engin: Replikas bu 5 kişinin ortak noktası değil, arada kalan boşluktur.
Selim Birsel: Hep bir şeylerin yerini değiştiriyor ve aynı zamanda hep köklerinde.
Belgeselde çalan şarkılar sırayla şu şekilde;
Benden Yüksek, Tabu,Yol, Fakir, Akis, Cemalim(Erkin Koray), Leylek, Seyyah, Vakt-ı Kerahat, Gece Kadar Rahatsız Etmiyor, Dulcinea, Bitti Deme, Maruf II, Siyah Deri Ceket, Aa, Zerre, 0,1, Bugün Varım Yarın Yokum, Kör Taşın Kıyısında, Haydi Bir Ses Duy, Dayan