Phideaux – Infernal (2018)

https://www.youtube.com/watch?v=-7yN05e8DyA

Her şeyden evvel 2 dakika durup albüm kapağının güzelliğini takdir edebilir miyiz? Neyi nasıl ve nerede istediğini bilen gruplara has bir özgüven -ve aynı ölçüde tekinsizlik- taşıyan bu kapak, Phideaux‘nün 2007 tarihli başyapıtı Doomsday Afternoon için de sanatını konuşturan, aynı zamanda grupla çalıp oynayan Molly Ruttan‘ın eseri. Ruttan ile ikiz kardeşi Linda’nın vokallerini Infernal‘ın çeşitli noktalarında işitebilirsiniz. Onların eşlik eden çalgıcılar ise adeta müzisyen bir ailenin uyumuyla iş başında. Ne de olsa proje Phideaux Xavier ve arkadaşlarının çocuğu. Çok da iyi yetiştirilmiş, terbiyeli bir çocuk bu Phideaux. Normları yıkıp yepyeni bir şey yaratmakla ilgilenmiyor, esas derdi kendisine ilham olan klasik progresif rock sahnesinin; King Crimson, Genesis ve Pink Floyd gibi bu sahnenin pirlerinin yolunda, çalmadan çırpmadan ilerlemek.

Infernal bir konsept albüm, Phideaux’nün Kıyamet Üçlemesi‘nin son bölümü. Haliyle baskın bir teatral yanı var. Anlatılan ise bir “çevresel terör hikayesi”. Xavier’in kendi deyimiyle şifreli, melodik, gizemli ve korkutucu bir çalışma. Korkutucu kısmına katılıyor muyuz emin değiliz, lakin elbette bu güzellik kimilerine korkutucu gelecektir. Aynı zamanda progresif rock sahnesinde adetten olduğu üzere döngüsel, bir köşesinden kırılamayacak bir çalışma; bir nevi radyo operası. Operadan belli bir bölümü seçip ayırmak da zordur hani; ama “We Only Have Eyes For You” kendi başına da yeterince sağlam duruyormuş, Infernal yayımlamadan önce dinleyince emin olduk. Pink Floyd’un The Wall albümünden “Run Like Hell”‘in bir yeniden yapımı -ecnebiler remake der- gibi, kötü bir anlamda da söylemiyoruz bunu.

Açılıştaki “Cast Out And Cold”‘da işiteceğiniz duygusu yoğunlaştırılmış vokaller 90 dakika boyunca sizi gölgeniz gibi takip edecek. Buna göze alıyorsanız, albüme yumulmaya da hazırsınız demektir. “The Error Lives On”, kapanıştaki “Endgame – An End”‘de de karşılaşacağımız dramatik notaları bizlerle buluşturuyor, albümün atardamarlarından biri olduğu kesin. Öte yandan, hangi şarkı değil ki zaten? 8 dakikayla albümün ilk epiği “Inquisitor” oluyor, hepten bir tiyatro oyunu izliyormuş hissine kapılıyoruz. Elektrik gitar ile piyanonun muhteşem birlikteliğiyle doğan “C99”, yerini ilk yarıyı kapatan “Tumbleweed”‘e bırakıyor. “Göz göre göre sonumuza doğru ilerliyoruz”, diye fısıldıyor Xavier’in sesi. İlk perde için etkileyici bir son. Bir nevi Phideaux‘nün “Goodbye Cruel World” anı.

İkinci perdeye geçtiğimizde müzikal ilhamlar The Wall‘dan Genesis’in The Lamb Lies Down on Broadway‘ine doğru kayıyor biraz. İsimden kaynaklı ironi gibi duracak ama, işittiklerimiz de bir Broadway müzikaline benziyor giderek. Herhalde 70’lerden 3-4 prog rock grubu birleşip bir müzikal yazsaydı, ortaya çıkan iş Infernal’in ikinci yarısına benzerdi. The Order of Protection (One)”‘ın synth’leri, bası, piyanosu yerini vokal harmonisine dayalı “Metro Deathfire”‘a bırakıyor (Şarkı isminin Doomsday Afternoon‘a gönderme içerdiğini ekleyelim.) “In Dissonance We Play”, “Sleepers Wake” başlı başına harika şarkılar ancak gerçek gürültü ve enerji, 14 dakikalık “From Hydrogen to Love”‘a saklanmış. Zaten bir albümün en uzun şarkısı, sürede diğerlerine fark atıyorsa biz prog rock müptelaları illaki dikkat kesiliriz; bu da hüsrana uğratmıyor insanı. Faust‘un modern bir uyarlaması da olabilir artık dinlediğimiz: Cehenneme doğru bol aktörlü, bol replikli bir yolculuk bu.

Sözlerin içerdiği basmakalıp komplo teorileri ise albümü hafiften klişe bir noktaya iterek seyir zevkimizi ufaktan baltalıyor. Yine de unutulmamalı ki, görsel zenginliğe sahip bir sinema filmini pekala diyalogları dinlemeden de izleyebilirsiniz. Prodüksiyonun son hali renkli bir iş. Yıllara direnecek potansiyeli de var gibi. Mahzendeki köşeleri hazır edelim. Sonumuz yakınsa kalan vakti iyi değerlendirmek lazım.

PUANLAMA: Çok İyi/10