Oxbow’un müziğini tarif et deseler kısaca “kaos müziği” derdim. Bu ekole ait olan birkaç grup daha var gözümde; Swans, Einstürzende Neubauten, Throbbing Gristle gibi gruplar. Tabi ki bu saydıklarımın hiçbiri tarz olarak birbirini kopyalamayı bırak, birbirlerine benzemiyor bile. Müziğin klasik formuna, düzene meydan okumayı seçiyorlar; entropiye kendi bildikleri şekilde kafa tutarak kendi kaos anlayışlarını inşa ediyorlar. Oxbow’un kaos müziği anlayışını edebi sanatlar yardımıyla tasvir edersek tezatların ve rücuların müziğe dökülmüş bir hali diyebiliriz. Adeta enstrümanlara zıt giden, akıntıya kürek çeken bir vokal ve bipolar duruşlu, sürekli yön değiştirip sözünden dönen, ani panik ataklar geçiren bir şarkı yapısı; Oxbow’u bu kadar deli ve orijinal yapan iki unsur işte bunlar.
Bu noktada projenin iki beyni Eugene S. Robinson ve Niko Wenner’a ayrı bir paragraf ayırmak gerekiyor. Müzisyen kimliğinin yanında gazeteci ve yazar da olan Eugene S. Robinson, müzik dışı hayatında ne kadar centilmen, olgun ve entelektüelse Oxbow’la müzik yaparken de bir o kadar vahşi ve tekinsiz bir adama dönüşüyor. Bu vahşilik elbette bir G.G. Allin seviyesinde değil; ama en az icra edilen müzik kadar güçlü bir anti-kahraman karizması sağlıyor Robinson’a. Cinsellik ve vahşiliğin bir potada eriyen dürtüleri icra edilen müzik kadar Robinson ve arkadaşlarının performansına da yansıyor. Niko Wenner ise grubun kuruluşunda Robinson’la birlikte fikir babalığı yapan üye. Ses ve ton mimarlığında bir usta olarak görülen bu adam grubun sahip olduğu sound’da büyük bir vizyon ve etkiye sahip. Oxbow ve daha başka birçok gruba prodüktörlük yapan Wenner kendi grubuna gitar, klavye ve beste yapımında da katkı sağlıyor.
1989 tarihli Fuckfest’ten bu yana Oxbow kendi vahşi kaos denklemi üstünde yeni sağlamalar yapıyor, her bir çalışma da arşivlerde kült bir konuma kavuşuyor. Bu esnada Marianne Faithfull ve Lydia Lunch gibi harika insanları geri vokallerde ağırlıyorlar; noise rock, blues, chamber pop, deneysel jazz, klasik müzik ve daha nice uç noktayı bir potada eritip kazanda bir güzel kaynatıyorlar. Lakin 2007 tarihli The Narcotic Story’den bu yana kazan biraz soğuktu. Sinematik bir hikayeyi anlatan, hatta bir film taslağı olarak olarak düşünülüp yaratılmış bu eserden tam 10 yıl sonra, başlığında David Bowie’ye bir gönderme yollamayı da ihmal etmeyen Thin Black Duke ile geri döndü grup aramıza. Peki aradan geçen sürede bizimkilerin enerjisi aynı kalmış mı? Bunu öğrenmek için şaşırtıcı bir uysallıkta başlayıp aniden çıldıran “Cold & Well-Lit Place”e kulak vermemiz yetiyor. Sonrası zevkten gelen kısa bir iç geçmesi ve bir bakıyorum ki albüm bitmiş. Böylece başa sarıp bir daha dinlemeye başlıyorum.
Oxbow’un müziğinin vazgeçilmez bir özelliği de şarkı sözlerinin çoğu yerde boğuk ve anlaşılmaz bir şekilde sarf edilmesi. Eugene S. Robinson, 2007 yılında Wire dergisine verdiği bir röportajda şarkı sözlerinin onlara ifade ettiği anlamı şu şekilde açıklamıştı: “Dan (Adams), Oxbow’un basçısı, bir söz yazarı olarak beni hayrete düşüren bir şey söyledi. ‘Sözlere dikkat etmiyorum’ dedi. Oxbow’un şarkı sözlerinden de bahsetmiyordu, bütün şarkı sözlerinden bahsediyordu, hepsinden. […] Eğer söylediğim sözlerle ilgileniyorsanız, albüm kitapçığı bunun için var. Müzik paketli değil, tekil bir deneyimdir.” Şarkı sözlerinin muğlaklığı Thin Black Duke’ta da neredeyse baştan sona mevcut. Müziğe direnen ve müziğe deliren Robinson’ın vokalleri yüzünden asla emin olamıyorsunuz, ama bu albümün The Narcotic Story’nin bir devam filmi olması oldukça muhtemel gözüküyor. Müzikten birçok dinleyicinin aldığı izlenim, tematik ve öncekiyle bağlantılı bir konseptin var olduğu yönünde.
Şarkılar ağırbaşlı ama deli bir enerjiyle akıp giderken grubun yer yer Faith No More’dan ilham aldığını da gözlemliyorsunuz, ancak -büyük konuşmuş olmazsam- Robinson’ın deliliği FNM vokali Mike Patton’ınkini sollayacak potansiyele sahip gibi duruyor. Üstelik burada söz konusu olan şey 63 yaşındaki bir adamın enerjisi! Albümün belki de en deli şarkısı olan şahsi favorim “Letter of Note” başlı başına Oxbow’un kaosunun bir manifestosu gibi. Bir diğer zirve noktası olarak kapanıştaki “The Finished Line”ı ele alabiliriz. Ama kaosun içinde zirvelerden ziyade anın büyüleri yer alıyor olsa gerek. O halde bu büyüleri avlamaya koyulalım; veya bırakın müzik sizi avlamaya koyulsun tekrar ve tekrar. Bu yazıyla daha fazla vakit kaybetmenize gerek yok. Şimdi sizi Oxbow adlı bir grupla tanıştıralım. Müzikleri neye mi benziyor? Orası biraz karışık.