2019’u önceki birkaç seneye kıyasla durgun geçirmekte olan progresif rock/metal camiası yeni bir şaheserle tanıştı geçtiğimiz günlerde. In Cauda Venenum kendi türüne bir güneş gibi doğdu diyebiliriz, ama isabetsiz bir benzetme olur: Yeni Opeth albümünde varolmayan bir şey varsa o da gün ışığı. Tüm anlatı ve atmosfer bir gotik roman misali şekilleniyor, Edgar Allan Poe‘nun hiç yazmadığı kadar uzun bir öykünün içinde buluyoruz kendimizi.
Gotik roman benzetmesi, akıllara In Cauda Venenum‘um evvela bir edebi eser olarak değerlendirilmesi gerektiğini getiriyor. Opeth de bu savı desteklemek istercesine bir orijinal, bir de çeviri roman yazmış, albümü dilerseniz İngilizce, dilerseniz grup üyelerinin anadili olan İsveççe dinleyebiliyorsunuz. Meraklısı varsa İsveççe versiyonun linki yazının sonunda. Bu eleştiride inceleme kolaylığı adına daha aşina olduğumuz İngilizcenin merhametine sığınacağız.
Gotik olduğu kadar siyasi bir zemini var albümün: Vokal Mikael Akerfeldt deli dolu şarkı “Dignity”nin başında 1986’da bir suikaste kurban giden solcu İsveç eski başbakanı Olof Palme‘nin sesini işitmemizin, “The Garroter”ın sözlerinde “faşistçe yalanlardan” ve “bir ulusu bencilce kontrol etme ihtiyacından” bahsetmesinin boşuna olmadığını söylüyor. Gotik siyaset, geleceğin siyaseti mi? Hayal kurmayalım şimdi, onun yerine karanlığın kalbine dönelim: Açılış parçası “Garden of Earthly Delights”, bizi başarıyla retro bir korku filminin içine atıyor, sanki Goblin imzalı bir soundtrack işini dinlemeye başlıyoruz. Ansızın bastıran karanlığın içinde bir romantizm var, buyurunuz gotik edebiyata: “Beni hep görmezden gelebilirsin / Ama her daim seni bekleyeceğim,” diyor aşık bir Akerfeldt “Lovelorn Crime”da. Karanlıktan ne kadar ürkersek ürkelim görmezden gelemeyeceğimiz kelamlar ediliyor. “Heart In Hand”in sonunda benzer biçimde inanılmaz yoğun duygulardan geçen bir Akerfeldt’e kulak veriyoruz.
Müzikal yönde bariz bir defosu yok In Cauda Venenum‘un, bilakis belki de Opeth kariyerinin tür spektrumu açısından en ilham dolu albümüyle karşı karşıyayız. “Dignity” Queen ile King Diamond‘ı buluşturan vokal armonileriyle açılıyor, bir hiddetlenip bir duruluyor, insanı arzuhalden arzuhale sürüklüyor. “Next of Kin”de caz piyanosu, “Continuum”da klarnet tınıları duyuyor, “Lovelorn Crime”da feci seviyede katmanlı bir gitar solosu dinliyor, “All Things Will Pass”te kreşendoların haşmetine teslim oluyoruz ve daha neler neler… “Dignity” ile “Charlatan”da anlık olarak eski günlerin Opeth’i misali sertleşen, “Next of Kin” ile “Universal Truth”da tını olarak 40-50 yıl geriye gitmeyi başaran, bütün bu çeşitliliği ise şaşırtıcı bir dengeyle ele alan In Cauda Venenum, bu vesileyle Opeth’in eski ile yeni döneminin hayranlarına eşit oranda cazip gelecek ilk Opeth albümü olabilir. Kısacası alan mutlu, satan mutlu, daha ne denebilir ki?
Çılgınca bir yolculuk sunuyor dinleyene In Cauda Venenum. Her şarkısı birbirinden enteresan, durmaksızın akıcı, enerjisi bol, atmosferi yerinde. Grubun kariyerinde ise üst sıralara oynar. (Öte yandan, bahsettiğimiz grup Opeth olduğundan, albümler arası bir sıralamanın oldukça rekabetli geçeceği ortada.) Zengin, incelikli bir dinleme tecrübesinin peşinde olan müzikseverler ıskalamamalı.
PUANLAMA: 9/10