Bernard Shaw’un unutulmaz oyunu, The Shewing-up Of Blanco Posnet (1909)’in 29 sayfa sürmesine rağmen 67 sayfalık bir önsözünün olduğunu biliyor muydunuz? Duyusal verilerin, algı dünyamızın sadece tetikleyicisi ve küçük bir parçası olduğunun gayet farkında olan Shaw, iletinin insan bedenine vardıktan sonra zaten dallanıp budaklanacak bir dünya yaratacağını bildiğinden, gerekli olanın tespitini yapıp yalını yüceltmeyi başaran en iyi örneklerden biri.
İnsanoğlu, son dönemlerini, sahip olduğu algı ve düşünsel pratik sistemi ile hayatın tüm kalabalığı içerisinde bir adım öne çıkan ‘o’ şeyin neden tek başına bu kadar güçlü olduğunu anlamakla geçiriyor. Gördüğü ve dokunduğu nesnelerde, işittiği tınılarda farkediyor ki ‘çok’ olan tarafından örseleniyor, yoruluyor. İçerisinde iyileşme payı dahi yok. Ama ‘tek’ olanın verdiği hazzın da matematiksel bir karşılığı yok. Tüm ordunun bir askere mağlubiyeti gibi. Gücün ve etkileyiciliğin nasıl oluyor da sayılarla alakası olmaz derken çok daha ilginç bir soru
çıkıyor ortaya. O da, herkesçe varlığı zaten bilinen o verinin hangi niteliklere sahip olduğundan ziyade, ne tür bir gözün/kulağın onu çekip bu denli özenle sergilediği oluyor. Farkındalık paha biçilemez.
Orantısız bi denklem olabilir ama anlaşılıyor ki sade ve yalın olanı ortaya koymak günümüzde bildiğimiz bütün argümanları bir araya getirmekten çok daha meşakkatli. İşte, yakın geçmişte minimalizm akımı ile sanat alanında öyle mavilikler boy veriyor ki, tüm mecra hep bir ağızdan, nasıl olsa güzel olanın kendini belli etmeme lüksü yoktur diyerek sonsuz bir adanmışlıkla tüm küsmüş sıfatları bir araya getiriyor.
Muazzam bir tevekkül. Yalınlık, keskin acı, derinlik, teslimiyet..
Fazlalıklardan, biçimcilikten ve gösterişten tamamen uzaklaşan bu akımın müzik alanındaki etkisi, sanırım gerçek anlamda da insanın üzerinden tüm yükü alıp çıplaklaştıran ve kendisiyle yüzleştiren cinsten. Bunu en iyi başaranlardan biri de genç minimalist solo kompozitörü Nils Frahm. 1982 doğumlu ve Alman asıllı olan Frahm piyanist, besteci ve aynı zamanda prodüktör. Dönemin müzisyenleri Peter Broderick, Olafur Arnalds gibi bir çok kişi ile beraber de çalışmalar ortaya koymuştur. Parmaklarını klavyeye bıraktığı an çaldığı salonu, eve dönüyormuşsun hissine akran ne kadar duygu varsa tıka basa dolduruyor. Bu kadar az nota ile bu denli dolup taşmanın ve içinizdeki düzenli kaosun şaşkınlığına veriyorsunuz kendinizi.
Namı değer Tchaikovsky’nin son öğrencisi Nahum Brodski’den aldığı derslerle bilinen ve bu şanın hakkını tüm o duygu aktarımları ile her geçen gün daha iyi veren Frahm, sadece piyano ile değil analog olarak da deneysel çalışmalar yapıyor. Kanımca, müziğin bedensel chiasmasını dünyevi ve semavi spektrumlarla en iyi icra eden sanatçılardan biri.
Bir süredir Berlin Funkhaus’daki stüdyosunda çalışmalarını ortaya koyan Frahm, en son 26 Ocak 2018’de, Erased Tapes Records çatısı altında All Melody albümünü çıkarmıştı. Onun akabinde arayı fazla açmamayı tercih etmiş olacak ki 1 Haziran’da bize etrafta güzel şeyler olurken arkada çalmasını isteyeceğimiz şarkılarla dolu EP’si “Encores 1” i piyasaya sürdü. İlk olarak her biri ayrı müzik stiline sahip olan 3 bağımsız albüm şeklinde oluşturmayı düşündüğü parçaları, All Melody’nin kendi içerisinde oldukça kapsamlı olması üzerine EP olarak bölmüştür. Frahm, piyano ve harmonyum seslerinden oluşturduğu Encores’ı, All Melody’e iltifat eden müzik adaları olarak gördüğünü söyler. Çalışma 5 adet parçadan oluşuyor ve her bir parça imgelerle dolu dünyamızdan ve hatta kendimizden dahi bağlarımızı koparıp bizi en katıksız rüyalar aleminde, ambient sularda gezdiriyor. Kısaca, gökyüzünde kendinizle alakalı bir şeyler bulacağınızı garanti eden bir liste var. Dinlemek isteyenler buyursun ve sesi açıp balkona çıksın.