İnsanların yüzlerini incelerken sadece bedenlerinin bir parçasına hatta belki en güzel parçasına bakmıyoruz. İfadelerle beraberiz, ifadelerle anlamlanıyor tüm görüntüler. Bir mimikle “umut” denen yaşamın o en kilit noktası aşılanıyor, bir tebessüm ile varoluşun ne kadar da yüce bir kavram olduğu yüzümüze çarpıyor; hatta belki de düşmeye çok yakın bir haldeyken duyduğumuz bir ses ile ruhumuz dönüyor kendi evine, bir nota ile varoluş anlam bulabiliyor bu devasa evrende. Tüm bu eşsiz duyguları, görmeyi bilerek varlığımıza katıyoruz ve her şey bir o kadar basit görünüp ruhumuzu incitebilse de görmeyi bilmek dünyanın tüm derinliklerini sunuyor insanın önüne. Görmek öylesine bir eylem değil. O, varolmanın tüm eylemlerini konuk eden bir ev; görmek, hem duymak hem de hissetmek.
Duymak ve hissetmek. Duyarken hissetmek ya da. Böyle dendiği zaman tek bir sözcük yankılanıyor beyinlerde: müzik. Duyarken hissedebildiğimiz sımsıcacık ev. Tüm heybetiyle varolmanın yanında duruyor öylece. Varolmadan ayrı düşünemiyorsun onu; anlamını “var olmak”tan alıyor, heybetini ise kendi varoluşu ile tanımlıyor.
Müziğin yegane tanımı bize harika bir kapı açıyor işte. O ne biliyor musun,” görmek müzikti”. Her şey burada saklıydı. Görmenin tüm büyüsü, eşsizliği aynı zamanda müziğin de sahip olduğu güzelliklerdi. Müzikle görebiliyorsun o muhteşem evreni tüm derinlikleriyle ve tüm duygulara dokunabiliyorsun istediğinde. Ağlayan bir çocuk gördüğünde bir şarkı çalmaya başlıyor belki beyninde ya da bir şarkı eşliğinde yürürken yere düşmüş bir çöpü görmek bile seni bu hayatın bir anlamı olduğuna inandırabiliyor. Öylece duran bir çöp sana kaybettiğin kimliğini hatırlatıyor belki; savrulduğun, kendin olmayı beceremediğin tüm anları gözünün önünde canlandırıyorsundur belki de kim bilir. Ve tüm bu anımsamaları duygu yüklü hale getirebiliyorsun müzik sayesinde. Bir çöpe duygu dolu bakabilecek hale gelebiliyorsan aldığın nefesin önemini fark edebilirsin.
Müzik her daim her şeyi güzel kılacak kadar güçlü değil. Yaşamı, yaşamayı ve hissetmeyi unuttuğun; her uyandığın yeni günde, sefil bir şekilde bunları umutla hatırlamaya çalıştığın ama asla beceremediğin o karanlık dönem. İşte o dönemde, senin için belki de en özel şarkıyı açıp yaşamı,yaşamayı ve hissetmeyi hatırlamak istedin. Zorladın, yaşadığını kendine hatırlatmak için zorladın. Hislenmeye çalıştın, belki biraz hislendin ama eskisi gibi değildi. Müzik yetemedi, müzik güçsüzdü bu kez. O yaşamın kilidi “umut”, seni hayal kırıklığına uğratabildi. Şarkılara küsme evresine gelebildin, yarı yolda kalmış hissiydi bu çünkü. Ama güneşli bir sabah küstüğün o şarkıya kollarını açıp sarılacaksın, içinden özür dileyerek. Çünkü görmek müzikti ve sen, güneşin her yeni bir gün kendi evreninde doğduğunu görebilecek kadar güçlüsün.
“with the moonlight to guide you
feel the joy of being alive
the day that you stop running
is the day that you arrive
and the night that you got locked in
was the time to decide
stop chasing shadows
just enjoy the ride
stop chasing shadows
just enjoy the ride”