Yapımcı, rapper, müzik eleştirmeni, plak şirketi sahibi, şef Sarath “SKIZ” Fernando Jr, rap’in merhum maskeli kahramanı MF Doom üstüne Chronicles of Doom: Unravelling Rap’s Masked Iconoclast adlı bir biyografi kaleme aldı. Biz de kendisiyle yeni kitabı üstüne sohbet ederek ancak Doom’un namına yakışacak türde, giderek mistikleşen bir söyleşiye imza attık.

İki soruyla başlamak istiyorum: MF Doom’la kişisel olarak ilk kez KMD döneminde nasıl tanıştın? Ve bu kitabı yazman gerektiğini ilk ne zaman fark ettin?
SKIZ: 1990’larda The Source Magazine dahil birçok müzik yayını için serbest gazetecilik yapıyordum. KMD hayranıydım, ikinci albümleri Black Bastards’ın kapağındaki tartışmalı görsel yüzünden hiç yayınlanması beni afallatmıştı. O olaydan sonra Doom’u (o zamanlar Zev Love X olarak biliniyordu) bir süre ortalarda görmedim, çünkü tamamen kabuğuna çekilmişti. Yıllar sonra MF Doom olarak tekrar ortaya çıktı, bense aynı kişi olduğundan habersizdim. MF Doom’un aslında Daniel Dumile olduğunu bilmiyordum. Arkadaşım Prince Paul bana “Bak, bu KMD’den Zev Love X!” dedi. “Vay be,” dedim. MF Doom hayranı oldum o andan itibaren.
2000’lerin başında çıkardığı tüm albümleri takip etmeye başladım. Ve elbette herkes gibi ben de 2020’nin sonunda vefat ettiği haberini duyunca şok oldum. Ölümü iki ay boyunca açıklanmamış bile. Doom’un etrafında hep bir gizem vardı zaten. 2021’in hemen başında kendisini araştırmaya başladım ve “Bu adam inanılmaz bir hayat yaşamış, müthiş bir sanatçıymış.” dedim kendi kendime. Yaptığı işlerin yarısını bilmiyormuşum bile. O sırada Wu-Tang Clan üzerine yazdığım From the Streets of Shaolin kitabımı yeni bitirmiştim, yeni bir proje arıyordum. “Eğer birinin hikayesi kitap olmayı hak ediyorsa o da Doom’dur” dedim. Yeraltından hiç tam anlamıyla çıkmamış olsa da hip hop’a olan etkisi o kadar büyüktü ki herkesin onu tanıması gerekiyordu. Kitabın kısa hikayesi işte bu.
Aslında baktığında birinin yıllarca ortadan kaybolup sonra yeni bir isimle geri dönmesi, ama kimsenin onun aynı kişi olduğunu fark etmemesi günümüzde çok absürt bir düşünce gibi geliyor. Sonuçta internet çağında her şey daha görünür bir vaziyette, böylesi çizgi roman bir yaşantıyı kolayca sürdüremezsin. Sence Doom’un bir efsaneye dönüşmesinde fanzin ve kaset devrinde ortaya çıkmasının etkisi büyük müydü?
Kesinlikle. Dediğin gibi, hayatı resmen bir çizgi roman karakteri gibi. Bu yüzden kitapta Dr. Doom’un, yani ilham aldığı çizgi roman karakterinin arka plan hikayesini de anlattım. Çünkü Daniel Dumile’in hayatıyla yaşamayı seçtiği bu karakter arasında pek çok paralellik var. Bence yaptığı hareket çok zekiceydi; kötü adam konseptini alıp kendi hayatına uygulaması yani… Burada şuna dikkat çekmek isterim, kendine villain yani kötü adam dese de, ele aldığı karakter aslında tam anlamıyla klasik kötü biri değil. Doom’un belirttiği gibi buradaki süper kötü tanımı, çocukları seven bir katili betimliyor; hem yıkımda hem inşada usta birini… Bence Doom’un dahiliği tam da burada yatıyor. İyi mi kötü mü olduğuna karar veremeyeceğin bir karaktere hayat verdi. Bu ikiliği çok iyi oynadı. Hem yaramazlıklar yaptı hem de harika işler çıkardı. Bu da kendine yonttuğu mitolojinin bir parçasıydı. Dahice bir hareketti çünkü hip hop’ta bunu daha önce yapan olmamıştı. Çizgi romanlar hep hip hop’ı etkilemiştir elbette; birçok de rapçi çizgi roman karakterlerinin adlarını kullandı, ama Doom ele aldığı bu kişiliği gerçekten dibine kadar yaşadı. Hatta yalnızca bu karakteri değil, başka birçok karakteri de canlandırabildi.
Çizgi roman konusuna biraz daha odaklanalım. Doom tam anlamıyla bir çizgi roman nerd’üydü. Burada “nerd” derken bunu tamamen sevgi ve saygıyla söylüyorum. Gel gör ki 1990’larda nerd olmak kültürel boyutta dalga geçilen bir şeydi, kendini öyle sergilediğin anda toplumdan dışlanabiliyordun. O zamanlardan bu yana çok şey değişti. Günümüzde çizgi roman ve fantastik edebiyat uyarlamaları ana akım medyanın merkezinde ve hiç olmadığı kadar popüler bir konumda. Sence Doom bu “nerd kültürünün” yükselişiyle ilgili ne hissederdi, ya da hayatının sonuna doğru ne hissediyordu?
Kesinlikle, Doom her zaman çizgi romanlara meraklıydı; ama sadece çizgi romana değil, çizgi filmlere de bayılırdı. Genel olarak animasyon onun için büyük bir tutkuydu; ister çizgi roman olsun ister bir animasyon dizisi. Ve bence hip hop’a asıl getirdiği şey de buydu. Dediğin gibi “nerd” kelimesi o zamanlar olumsuz bir çağrışım taşırdı. Doom bunu havalı hale getiren isim oldu bence. Hip hop’a yeni bir dinleyici kitlesini getirdi: nerd’leri. O dönem hip hop hep çok maskülen, hatta zaman zaman kadın düşmanı bir duruşa sahipti. Doom o üslubu takip etmek zorunda olmadığımızı gösteren sanatçılardandı. “Bakın, bu dünyada başka şeyler de var!” dedi resmen. “Çizgi romanlar ve çizgi filmler de en az diğer konular kadar değerli.”
Sadece çizgi film repliklerini sample’lamakla kalmadı, çizgi film müziklerini de müziğinde bolca kullandı. Kitapta bunun üzerinde detaylıca duruyorum zaten; Scooby Doo ya da Spiderman çizgi filmlerden müzikler alıp kullandığını anlatıyorum. Hip hop prodüktörlerinin o güne dek içine pek girmediği kaynaklar bunlar. Belki Prince Paul biraz kullanmıştır; ama Doom bu sularda tam gaz ilerleyen isimdi. Bu onun yaratıcı kimliğinin bir parçasıydı -kimsenin yapmadığı bir şeyler yapmak istiyordu. Zaten çocukken de çok meraklıydı bu konulara. O yüzden bu tutkuyla büyüdü ve başkalarına da bu tutkusunun değerini hissettirdi. Mesela The Mouse and The Mask albümü neredeyse tamamen Adult Swim çizgi filmlerinden sample’lar içerir. Benim kablolu televizyonum yoktu o zamanlar, o çizgi filmleri hiç izlememiştim. Doom sayesinde tanıdım hepsini. Çocuklar için yapılmış gibi gözüken ama aslında yetişkinlere hitap eden animasyonlardı bunlar. Doom’a helal olsun bu ilham kaynağını hip hop’a taşıdığı için.
Kariyerinin başında süper kahraman filmlerinin bu kadar popüler olacağını tahmin edemezdi tabii. O zamanlar Marvel’dan görselleri alıp albüm kapaklarında kullanıyordu, Marvel da ona ikaz gönderiyordu. Şimdi öyle bir şey yapamazsın; ama geçen yıl Marvel, Doom’a saygı duruşunda bulunan özel bir çizgi roman yayınladı. Yüz milyon dolarlık filmler yapan dev bir şirketin böyle bir jestte bulunması inanılmaz bir şey. Ayrıca Gladiator II filmi için çıkarılan gladyatör maskesi tasarımlı mısır kovaları da Doom’a göndermeydi. Kovada gördüğümüz tasarım birebir Doom’un maskesiydi. Düşünsene, hiçbir noktada büyük bir plak şirketinde hiç yer almamış bir adam, bugün popüler kültürde bu kadar büyük bir etki taşıyabiliyor. Bu da Doom’un sırf yeteneğiyle insanları ne kadar temelden sarstığını gösteriyor.
Doom’u böyle bir bağlamda düşününce kültür üzerindeki etkisi çok daha net biçimde anlaşılıyor aslında. Yıllar önce Xiu Xiu’dan Jamie Stewart’la röportaj yapmıştım, bana şöyle demişti: “Ben çocukken hiçbir sporcuyu The Cure dinlerken göremezdin, ya da beyaz bir çocuğu hip-hop dinlerken… Şimdi herkes her şeyi dinliyor.” Kültürdeki bu değişim büyük ölçüde internet çağına geçmemizin etkisi ve bence Doom bu çağ üzerinde çok büyük bir etkiye sahip.
Evet, ama şunu da vurgulayalım; sadece Doom interneti değil, internet de Doom’u çok etkiledi. İnternet olmasaydı da Doom kültürde böyle bir etki yaratamazdı. Bu sayede insanlar onun müziğine ulaşabildi, albümlerini satın alabildi ya da indirebildi. Fiziksel olarak mağazada bulmana gerek kalmadan müziğe ulaşmak olayın boyutunu çok değiştirdi. İnternetin Doom üzerindeki etkisini çok iyi gösteren bir olay var: Madvillainy albümünün çıkış süreci. Albüm yayınlanmadan önce komple internete sızdı. Doom ve albüm üstünde çalışan diğer herkes “Bu iş yattı!” diye düşündü. “Herkes albümü bedava dinleyebilecekse neden satın alsınlar ki?” Oysa bu olay aslında internetin harika bir promosyon aracı olabileceğini, bir eserin namını yürütebileceğini gösterdi. Doom vokalleri tekrar kaydetti, albüm tekrar basıldı ve fiziksel olarak yayınlandı. Ortaya çıkan şey onun en bilinen, en sevilen albümü oldu. İnternete sızdıktan sonra herkes albümle iyice ilgilenir oldu çünkü. Burada gördüğümüz şey, viral pazarlamanın erken örneklerinden biri aslında. Kasıtlı değildi, ama iyi bir sonucu oldu. Doom için ve o albüm için olumlu bir şeye dönüştü. Özellikle bağımsız plak şirketlerinden çıkan biri olarak internet onun için sahnede birçok şeye adalet getirdi. Büyük plak şirketleriyle küçükler arasındaki güç farkını azalttı. Doom da bunun faydasını gören isimlerden biri oldu, çünkü albümlerinin çoğu farklı bağımsız şirketlerden çıktı.
Kitap için yaptığın araştırmalar dahilinde Doom’a yakın birçok kişiyle röportajlar yaptın. Söylediğine göre bazıları seninle konuşmayı kabul etmiş, bazıları ise etmemiş. Görüştüğün isimler arasında Doom’a karşı bakışını zihninde derin bir yerden değiştiren, seni çok sarsan bilgiler veren biri oldu mu?
Kitabın yaklaşık yüzde 50’si açık kaynak araştırmasına dayanıyor diyebilirim -YouTube’daki videolara mesela. Bu tabii Doom’un halihazırda duran röportajlarını kapsıyor, ama onun dışında aile üyelerinden işbirliği yaptığı sanatçılara, plak şirketi yöneticilerinden ses mühendislerine kadar 50’ye yakın kişiyle röportaj yaptım. Yani onu tanıyan nice farklı insandan fikir alma şansım oldu. Doom bildiğin gibi çok gizemli bir kişilikti, dolayısıyla hakkında öğrendiğim her şey kafamda çok şeyi aydınlattı diyebilirim. Çünkü insanlar Doom hakkında gerçekten hiçbir şey bilmiyordu.
Muhtemelen en fazla bilgiyi küçük kardeşi Dimbaza’dan aldım. Özellikle 1994’te plak şirketiyle yolları ayrılmasından 1999’da bağımsız bir plak şirketiyle ve MF Doom ismiyle geri dönüş yapmasına uzanan o belirsiz zaman aralığını bana çok iyi anlattı. O dönemle ilgili birçok boşluğu doldurmamı sağladı. Lex Records’tan Tom Brown da çok değerli bir kaynaktı. Doom’un Londra’daki yaşamı hakkında bilgi verdi ki bu dönem hakkında pek kimsenin bilgisi yoktur. Kısacası bu kitabı yazmaya başlamadan önce Doom hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyor oluşumdan ötürü öğrendiğim her şey bana oldukça inanılmaz geldi. Kitapta da bunların çoğuna yer verdim.
Ben şahsen Doom’un özel hayatından çok sanatıyla ilgileniyorum. Zaten bu yüzden kitabın en büyük bölümü müziğine ayrıldı, albümlerini derinlemesine incelediğim kısıma yani… Yine de kişisel hayatına dair birçok şey öğrendim. Aile hayatı ya da çocukları gibi konulara çok girmemeye çalıştım. O kısımlar benim için biraz “girilmemesi gereken” alanlardı, özel hayatına saygı göstermek istedim. Doom’un zaten her zaman içine kapanık bir insan olduğunu bilerek bu kitabı yazmak açıkçası zorlayıcıydı. Neyi paylaşmalı, neyi gizli tutmalı, bunları çok düşündüm. Benim için bu noktada işler biraz “Neyin bilinmesi gerekiyor?” meselesine dönüştü. Ne kadar çok şey anlatsam da Doom’un gizemi hâlâ yerli yerinde duruyor diyebilirim. Çünkü hâlâ hakkında bilinmeyen çok şey var. Kitabın başında da söylediğim gibi, artık hayatta olmadığı için kafasının içinde ne olup bittiğini asla bilemeyeceğiz -pek çok sırrı beraberinde götürdü. Üstelik şarkı sözlerinde de nadiren kendisiyle ilgili kişisel bilgilere yer verirdi. Kendi hayatından bahsettiği kısımlar inanılmaz azdır.
Müzikte teatral unsurları severim. Doom bunu sadece imajıyla değil, yaptığı müziğin kendisiyle, özellikle de “skeç parça” diyebileceğimiz eserleri yoluyla dolu dolu sunuyordu. Bu skeçler içinde senin dönüp dönüp dinlediğin bir favorin var mı?
Biliyor musun, skeçleri konusunda ilk başta “Bu adam bu işi abartmış!” diye düşünmüştüm (gülüyor). Bu parçaların albümün temposunu yavaşlattığı kanaatindeydim. Zamanla daha fazla dinledikçe skeçleri takdir etmeye başladım, çünkü aslında bu parçalarda yaptığı şey kendi karakterinin arka plan hikâyesini anlatmak. Bence skeçlerinin hepsi anlamlı. Sadece bazen -özellikle MM..Food albümünde- albümün ortasında çok fazla skeç yer alıyor. O kısım albümün akışını bayağı yavaşlatıyor, değil mi? Bunu yapsa yapsa Doom yapardı zaten: dinleyiciyi gerçekten albümün başına oturtup her şeyi sindirmesini sağlamak. Albümü defalarca dinledikçe skeçleri neredeyse ezberliyorsun.
Favori bir skeçim yok, ama sundukları işlevi yorumlayacak olursam “mizah” diyebilirim. Yaptığı şey sana hitap etmiyorsa albümü ileri sarabilirsin elbette. Yine de insanlara bu skeçleri dikkatle dinlemelerini öneriyorum, çünkü Doom hiçbir şeyi sebepsiz yapmazdı. O skeçlerden ister Doom’la; ister yaptığı işle, ele aldığı konseptle ilgili olsun mutlaka bir bilgi, bir mesaj çıkarabilirsin. Skeçleri Doom’dan daha komik ele alan kimse olduğunu sanmıyorum. Elbette skeç olayını ilk başlatan kişi o değildi; Prince Paul ya da Dr. Dre gibi isimler çok fazla skeç kullanan ilk kişilerdendi. Ama Doom bu işin ustası oldu resmen. Şarkılar arasında adeta birer stand-up gösterisi gibi işliyor bu skeçler. Dinleyip dinlememek sana kalmış, ama bence çoğu gerçekten harika şeyler.
Doom’un skeçlerini dinledikçe onu yaratım sürecini çok ciddiye alan ama bir o kadar da bu süreçten eğlenen biri olarak hayal ediyorum. Uğraşıyor ama aynı zamanda yaptığı işten büyük keyif alıyor.
Kesinlikle. Her tür kaynaktan besleniyor ve bazen işin nereye varacağını o bile bilmiyor, ancak şarkı neredeyse sonlandığında şekilleniyor her şey. Doom’un yaratıcılığının bir boyutu da bu işte -skeçlerle yaptığı kolaj sanatı.
“Kolaj” kelimesi Doom’un üretim biçimini tanımlamak için ideal cidden. Şarkı sözleri, beat’leri -hepsi bambaşka, alakasız fikirlerle dolu; o da bu fikirleri alıp bir potada harmanlıyor.
Aynen öyle. Hangi açıdan bakarsan bak bu durum geçerli. Seçtiği sample’lar, şarkı sözleri -onun tarzı buydu. Kitapta da bahsettim mesela, yazdığı sözleri küçük post-it’lere iki satır halinde not alırmış ve bunları duvara yapıştırırmış. Sonra kafasında bir şarkı kurgularken gidip oradan iki, üç, bazen dört post-it seçer ve onları birleştirip uyumlu hale getirirmiş. Bu da aslında kolaj mantığına çok benziyor: Bağlamından kopuk küçük parçaları alıp bir bütün haline getirmek. Doom’un yaratım süreci buydu.
Kitap için yaptığın hazırlık sürecinde seni en çok etkileyen şeylerden biri Doom’un ezoterizm ve bilinmeyene olan ilgisi olmuş. Biraz da bu konulardan bahsedelim.
Bence Doom ezoterik meselelere insanların düşündüğünden bile fazla ilgiliydi. Ele alması zor bir konu bu. Şarkı sözlerinde nasıl kendi mahreminden pek bahsetmiyorsa ezoterik konulara yaklaşımı da böyleydi. Bu bilgileri kendisi açık açık vermiyor, ama bir şekilde orada olduklarını hissediyorsun. Bütün albümlerini detaylı inceledikten sonra artık o ezoterik bilgileri görebiliyorum, ama bu bilgileri bulmak için gerçekten derinlere inmen gerekiyor.
Onu tanıyanlarla, özellikle hayatının son dönemlerinde yakın olduğu insanlarla konuştuktan sonra şunu anladım: Doom YouTube’a girip saatlerce video izleyen tiplerdendi. Belli bir noktadan sonra, plak şirketleri ve hayranların baskısı yüzünden, müzik yapma düşüncesi onun için neredeyse bir yük haline gelmişti. Belki de bu süreç onu eskisi kadar eğlendirmiyordu. Belki de artık tüm olay para kazanmak olmuştu. Bence kaçış için sığındığı güvenli liman da ulaşması zor bilgiler üzerine yaptığı araştırmalardı. Ezoterik konulara ilgisi çocukluğundan beri vardı. Kitapta Dr. Malachi York üzerine bir bölümüm var; Doom’un bu tür gizli bilgilere olan ilgisinde kendisi büyük rol oynamış. Tıpkı çizgi filmler ve çizgi romanlar gibi bu da Doom’un çocukken ilgilendiği ve yetişkin olduğunda iyice üstüne düştüğü bir alandı. Aklı bu konulardaydı hep. Sen de spiritüalizm, ben diyeyim okült, ama neticede ilgilendiği şey gizli bilgilerdi.
Eğer Doom’la yüz yüze konuşabilme şansım olsaydı kesinlikle bu konular üstünde durmak isterdim. Çünkü ben de böyle şeylerle ilgileniyorum. Artık çok daha fazla gündeme geliyorlar, mesela UFO mevzusu… Bilmiyorum Türkiye’de bu konu ne kadar gündemde; ama ABD’de artık ana akım oldu resmen. İstanbul’da da bir UFO gözlenmişti, bayağı etkileyici bir olaydı. Gemi videoya alınmıştı, içinde insansı varlıklar bile görünüyordu. Sanırım 1990’larda yaşanmıştı bu olay.
Ben de Türkiye’de birkaç UFO haberi görmüştüm ama bu tür olaylar ABD’de çok daha sık yaşanıyor gibi.
Neden biliyor musun? ABD’de nükleer silah barındıran bir sürü askeri üs var. Görünüşe göre bu UFO’lar da nükleer silahları etkisiz hale getirme kapasitesine sahip. ABD’nin dört bir yanında bu tarz üsler var, bu olayların çoğu da o bölgelerde oluyor.
Peki Doom şu anda karşında olsaydı, ezoterik alanda ona sormak istediğin spesifik bir soru olur muydu?
Vay… Zor bir soru. Beni köşeye sıkıştırdın şu an. Aklıma bir şey gelmiyor. Bu üzerine biraz düşünmem gereken bir konu. Kusura bakma, öyle pat diye bir soru çıkaramıyorum şu an.
Ama neye gerçekten bayılırdı biliyor musun? “Orgon jeneratörü” diye bir şey var, duydun mu? Elimde tuttuğum şey.

Hiç duymadım.
Doom bunlardan yapardı. Bak içinde ametist kristalleri var, başka kristaller de var, bakır teller falan… Doom bu tür şeylere gerçekten çok ilgi duyuyordu. Bu aletin yaratıcılığı artırdığına inanılıyor.
“Jeodezik kubbe” diye bir şey duydun mu peki? Buckminster Fuller diye bir adam var, onu biliyor musun?
Hayır.
Doom bu kubbe yapılarından inşa ederdi. Topraktan enerji çekme amacıyla üretilmiş kubbeler bunlar. Doom, taktığı maskenin iç kısmına da böyle şeyler yerleştirirmiş. Üçüncü gözü açmak düşüncesiyle yakından ilgiliymiş. Resmen simyacının tekiymiş adam. Onunla konuşabilsem asıl sormak istediğim şey, “Bu bilgileri nereden alıyorsun? Nerede gördün, nereden ilham aldın?” olurdu. “Zaman yolculuğu üstüne hiç düşündün mü mesela?” Dr. Doom da böyle şeyler yapardı ya…
Ben de tam bunu demek üzereydim. Dr. Doom’un yapacağı şeyler gibi geliyor kulağa.
Aynen öyle. Onun da bir zaman makinesi vardı. Daniel’e şunu sormak isterdim: “Hiç zaman yolculuğu üstüne düşündün mü? Ya da kendin zaman yolculuğu yaptın mı?”
Bunları ona hiç soramayacak olmak biraz üzücü, ama istediğimiz senaryoyu düşünmek de serbest tabii.
Ama kendisi aramızda dolaşıyor aslında, anlıyor musun? Doom, vefat eden kardeşi Subroc’un her zaman onunla birlikte olduğuna inanırdı. Fiziksel olarak burada olmasa bile enerjisinin onunla olduğuna inanırdı.
Öteki dünyaların, paralel evrenlerin varlığına inanıyordu. Ve bence bu bilgiler yavaş yavaş yeniden gündemimize geliyor. İnsanlık bu bilgilere sahipti, ama unuttu. Nereden geldiğimizi unuttuk, gerçekte ne olduğumuzu unuttuk. Günümüzdeyse tüm bunlar yeniden hatırlanıyor. İnsanlar artık gerçek güçlerinin farkına varmaya başlıyor. Büyük bir değişim yaşanıyor. Dünyadaki tüm bu hükümetler bir bir çöküyor. Her ne kadar sağcı akımlar yükseliyor gibi görünse de bu aslında insanlığı uzun süredir baskılayan negatif enerjinin son çırpınışları. Matrix filmini izledin değil mi?
Evet.
Aslında bir belgesel o film, biliyor musun? Matrix bir belgesel. İnsanlar artık fişi çekiyor ve kendi güçlerine uyanıyor. Doom da bence bu dönüşümün ön saflarında yer alan biriydi. İçimizde derinden bir şeye temas etti, temas etmese bu kadar büyük bir etki yaratamazdı. Anlatabiliyor muyum?