Bugüne kadar üç EP yayınlayan deneysel/progresif topluluk Lopenstraat, ilk stüdyo albümünün ismini lopenstraat II koyarak daha en başta büyük bir paradoks yaratıyor. Kısa sürede yeraltı sahnesinde kültleşen grubun yarattığı az ama öz mirastan beslenen bir paradoks bu, onun da ötesinde Lopenstraat’in evriminde yeni bir aşamayı belgeliyor.
En kısa bestenin 4 dakikada, en uzunun ise 17 dakikada seyrettiği 9 parçalık seçki free jazz’den avangart müziğe sayısız tarza göz kırpsa da bu tarzların ötesine geçiyor. Etiketler ona değil, albüm etiketlere hükmediyor. Doğaçlama performanslar ilk bakışta inanamayacağımız kadar organize duruyor: Synthesizer’dan pan flüte, okarinadan trompete çok çeşitli enstrümanların havada hem serbestçe hem de uyum içinde süzülüşünü ve ortak bir gayede buluşup birbirine kol kanat gerişini seyrediyoruz. Kült progresif ekip The Mars Volta’ya selam çakan “Kars Volta” hem bu ahengi, hem de özdeki çeşitliliğin yarattığı tezadı esprili bir başlıkla kucaklıyor ve kendinden sonra gelecek çılgınlıklara kapı aralıyor.
Açılışı kısa süreliğine bir Tangerine Dream şarkısını anımsatan “x!x!”, en uzun şarkı unvanını sırtlanarak süresi boyunca sayısız gelişimi başarıyla göğüslüyor. Kah Anadolu kokulu bir tınıya kucak açıyor, kah saksafonları ön saflara sürerek kültürler ötesi bir kavrayışa geçiyor, kah kültürlere dair bildiğimiz her şeyi yok edip sözü karşılıklı atışan ses duvarlarına bırakarak tarih öncesi, ilkel bir dönemi çağrıştırıyor. İlkelliğe dönüş hissiyatı, çok geçmeden inkar edilemez biçimde tüm gücüyle beliriyor: Nasıl okuyacağımızı bilmediğimiz dördüncü parça “>>” enstrümanlardan büyük ölçüde vazgeçerek tabak-çanak şıngırtısı ve hayvan gürültüleri gibi doğal seslere odaklanıyor, grubu tabiri caizse tamamı virtüoz sanatçılardan oluşan ilkel, oldukça ruhani bir kabileye dönüştürüyor.
Adını Batı Afrika kökenli spiritüel-animist dinden alan “Vodou” işin ruhani boyutuna ilişkin sorularımızı güçlendiriyor. Synthesizer’la saksafonun kısa süreli bir yarışına tanık olduğumuz parça, çok geçmeden bu iki sesi zekice miks oyunlarıyla karanlık bir gökyüzüne fırlatıp yıldızların arasında belirecek şeylere karşı gözünü dört açıyor. İsminde nasıl bir şifre taşıdığını bilmediğimiz “z/e|/i|/ü | “ nispeten odaklanmış ve tekerrür içeren kompozisyonuyla bütün bu gizemin çıkış noktasına dair ipuçları yakaladığımızı düşündürtüyor, heyhat hemen ardından ismiyle çok şey ifade eden “bağlamışım, çözülmüyor” gelince bu dedektif oyunundan bir süreliğine vazgeçip ortadaki somut güzelliğe yeniden kapılıyoruz. Sonundaki ‘h’ harfi ile “Acaba Kraftwerk’ün Autobahn’ına göndermeli bir şaka mı var?” dedirten “Mihribahn” kısa ve öz duruşuyla albüme tatlı -ama bir o kadar da şüpheli- bir kapanış getiriyor.
Karşımızda siz deyin hınzır bir paradoks, biz diyelim kendini sürekli yeniden yaratan bir yapboz var. Lopenstraat yürüyüşe çıkarak başladığı yolculuğunda kanatlandığı bir aşamaya geçti artık, bunu yaparken kalabalık kadrosundan beklendiği şekilde çok yüzeyli ve çok renkli bir rubik küpü üretiyor. İşin içinden çık çıkabilirsen. İçinden çıkılması gereken bir bilmece olduğunu söyleyen oldu mu ki zaten?
lopenstraat II‘nin besteleri, düzenlemeleri ve perküsyonlarında altı grup üyesinin birden imzası var. İlaveten gitarda Alper Taşkıran, davulda Arman Garip, elektrik bas, elektronikler ve trompette Emre Öztürk, brass perküsyonda Mert Gürses, gitarda Tuna Çaloğlu, piyano ile synthesizer’da ise Turgay Ulusoy yer alıyor.