Doom Country‘yi dinlemek tabiri caizse “gotik western” bir deneyim. Albüme kulak vermek ile bir atın üstünde çorak arazileri aşarken gökyüzünde türlü kara büyü ve lanetin kol gezdiğini sezinlemek benzer hisler olsa gerek. Ne yazık ki bu sahneyi yaşayabilecek bir film karakteri değiliz, ancak hayal gücümüz hep bizimle. Karanlık-fantastik edebi eserleri seviyorsanız, bu kuvvetle muhtemel albümden alacağınız zevke doğrudan yansıyacak. Aynı şekilde Nick Cave’in müziğinin en karanlık yanları olmaksızın yaşayamıyorsanız yine burada kendi ruhunuzdan bir şeyler bulacaksınız.
Ortaya çıkan şeyden büyük ölçüde Christian Kjellvander sorumlu. İsveçli şarkı yazarı, çevresini saran İskandinav coğrafyası kasvetinden esinlenerek evine kapandığı 2 günlük bir süre zarfında karanlık öyküler kaleme almış. Bu öykülerin içinde şarkılara yakışacak sözler, akort düzenine oturtulabilecek ritmler görmüş. Böylece hemşehrisi caz ekibi Tonbruket‘ı evine davet etmiş ve birlikte 24 saat geçirmiş, bu canlı performans seanslarından ise 2 saatlik bir kısmı kayda almışlar. Her şey böylece aniden, oracıkta doğaçlama gelişmiş. Normalde progresif rock‘tan fusion jazz‘e çok sayıda tarza bulaşan Tonbruket ise -belki isteyerek belki kazara- doom country yakıştırmasını fazlasıyla hak eden yeni bir müzik tarzının arayışına girişmiş.
Doom Country kendi karanlık evreninde kavrulan onca albümün içinde gözden kaçmaya oldukça yatkın. Üstelik dinleyeni de ilk seferde içine alamıyor, büyülerini yavaşça sergiliyor. Efsunlara fazladan temas halinde ise duyduklarınız ruhunuzun bir köşesine dönüşsüz biçimde yerleşiyor. Müziğin sırlarına kalbinde daima fazladan yeri olan bizler ise bu gizemli yabancıyı memnuniyetle misafir odasına buyur ediyoruz.