Her geçen gün aynı ilerlerken, raflarda duran distopya kitaplarının içinden çıkan cümlelerin vurgularına eklediğimiz müzikler eşliğinde, kendi dünyamızda yaşayarak boğulduğumuzu düşünüyoruz.
Bir şeyler öğrenirken fiillerin, eylemlerin arasına sıkışmış olayları sorgulamaya başladığımızda karışıklığından başımız dönüyor, midemiz bulanmaya başlıyor.
O sırada cevap vermeye mecalim yok dercesine sorulardan da kaçıyoruz. Kaçarken yakalandığımız vakit o sahne canlanıveriyor. Ayaküstü hayattan ne beklediğimizi soranlara saçmasapan bir cümleyi kurmak, “Aynı sıradanlığın içinde gökyüzünden yağmur yağıyor,” demek isterken bile kafamızı çevirmek geliyor içimizden.
Neden böyle ki? Soru sormaya ya da cevap vermeye mi üşeniyoruz?
Farkında olmadan safsataya düşüp, insanların merakı hem iyi hem kötü diye yapıştırıveriyoruz.
Aslında bu yorumlayış, düşünüş, bıkkınlık getiren kaçma isteğinin sebeplerinden birkaçı insanların sormak istediği soruyu soramayışı ve cevabı verirken altını dolduramayışından…
Çünkü herkes bir şeyleri doğru bildiğini iddia eder. Ama hiçbir zaman yanlış biliyorum, düzeltmeliyim demez. Bu yüzden “Sakın! Sakın!” dercesine doğru bildiğimizi düşünerek, nefes almadan, ezberden konuşmayı hem sever hem de överiz.
O esnada farkında olmadan, başkalarıyla birlikte kendimizi kandırmaya devam ediyoruzdur.
Keşke farkına varılabilsek dercesine, biraz da derdimiz aynı yanlışların, tekrarlanan soruların içinde boğulmamak ve anlaşılmak gibi görünüyor. Montaigne’nin akıllara düşen cümlesi gibi: “İçimizde daima iki kişi var. İnandığımızdan kuşkulanıyoruz ve kınadığımız şeyden kendimizi kurtaramıyoruz.”
Sadece bu cümleye de sığınıp, kısır döngü arasında gidip gelmemeli.
Ama “Kimse beni anlamıyor,” diye dışarıya kaçmaya çalışan doğruları çizip “Yanlış düşüncelerimizden de zaten bize hep zarar gelir,” deyip bir otobüsün kapısına sıkışırcasına kaçmaya çalışmak ya da kulaklığı takıp sonrasında müziği son ses açıp kendi dünyamıza hapis olmak da çözüm değil.
Bir kasetin A yüzü bitince, B yüzüne çevirmeyi istemek, o gücü bulmak gibi olmalı. O sırada işittiğin sesi, müziği boyamak istercesine pencereyi açmak, hiçbir şeyi bilmediğini de kabul etmek gerek.
Çünkü insanlar her zaman geri dönüşümlü bencilikleri, yanlışları yüzünden kelimelerin altında yatan anlamı bilseler de bilmezlikten gelirler.
Neyi anlayabiliyoruz, anlatabiliyoruz ya da biliyoruz bilmiyorum ama hiçbir şeyi bilmediğimizden başlayabiliriz.