Şair, rapçi, oyun yazarı gibi çeşitli bilezikleri koluna takmış İngiliz müzisyen, yeni albümü The Line is a Curve ile -kendisinden başka bir ismi yanında anmanın imkansız olduğu-sağlamlaşmış yerine toz kondurmayacak bir iş daha ortaya çıkarmış. The Line is a Curve’ün ilk yarısında varoluş haline karşı yılgınlığını atan Tempest, ikinci yarıda kapıyı daha fazla umuda açmayacağını belirterek- ifadesinin aksine umut veren bir tutumla- hayata karşı kaybetme hissini aşmanın anahtarını kendisine ve bu çözümlemeyi adım adım izleyeceklere sunuyor.
No hope is enough
I’ve stopped hoping, I’m learning to trust
Grace
I Saw Light’ta Fontaines D.C.’nin Grian Chatten’ını da Tempestçılık oynuyor ve biliyor musunuz, çok da iyi yapıyor. I Saw Light’ta nihilizmi ve öfkeyi kökleyen Tempest, zekice uyak ve ölçülerle dikkati üzerinde topluyor.
Nothing to Prove’da ise yaşamı karşısına alıp biz yılmışları tatmin edecek bir akışla “sen ne menem şeysin” diyor resmen. Bu hayatta hayallerimizin bile erişilemeyen geç kalınmış stres unsurlarına dönmesi, yeniden ve yeniden her şeyin bir çok önemli, bir hiçbir şey gibi hissettirmesi şeklinde sonu gelmez düşüş ve yükselişlerle yüzleştiriyor. Albümün en güçlü parçası yakıştırmasına oynayabilecek bir iddiada.
Nothing to hate but life
Nothing to want but more
Nothing to take but time
Nothing to prove
Nothing to Prove
No Prizes, “Eskiden planlar yapardım, şimdiyse kararlar alıyorum” diyerek diyaloğa açık-zaten bunu hedefleyerek- bir duruşu önümüze atarak başlıyor. Lianne La Havas’ın nakaratı sesiyle kutsadığı parçada; Tempest’ın arada başkalarından gelen karşılıkların üzerine kurduğu düşünce akışlarıyla sanki uzun bir gecenin sabahındaki diyaloglara kulak misafirliği ediyoruz.
Salt Coast ile bu ikili diyalog hissinden birdenbire sen diline geçmesiyle karşımıza almak istediği meseleler olduğunu açık eden Tempest, Let Them Eat Chaos’takine benzer bir toplumsal bakışa dönüyor. Dinleyiciye parmakla işaret ettiği parçanın ben de hangi bir kısmını alsam da suratınıza çarpsam bilemedim, öyle diyeyim. İçimize dokunmuş, işlenmiş gerginliğe karşı bizi gerim gerim edecek sözler ve yüzleştirmelerle düğümleri kanatan bir parça.
The tension woven so tight it defies its dimension
The see-but-don’t-feel
The know-but-don’t-mention
There you are; hedonistic, self-destructive, insecure
Salt Coast
Böylesi sivri bir noktadan albüm nereye gidebilirdi de gitmedi onu tam adreslendiremiyorum ama Smoking’e kadar çok tadımın kaçtığını itiraf etmeliyim. Smoking ise stresin geçmişini pişmemiş çiğ formun var olduğu geçmişin arayışıyla irdeliyor. Confucius MC’nin “Her şey kırılana kadar iyileşme olmaz, kır beni” diyerek bitirişi taçlandırdığı parçada; yeni bir günle gelen yeni yüzleşmelerde eskinin payı ve eski meselelere karşı yeni yüzleşmelerin getirdiği bakışın payı üzerinden döngüsel-albümün her katmanı gibi- harika bir inceleme mevcut. Confucius MC şarkıya dahil olmadan enstrümansız bir şekilde çiğ bir kayıt yoluyla Tempest’ın söyleceklerine iyice kulak kesiliyoruz.
Yaşananları yaşandıkları için suçlamayan ve inkar etmeyen- “bazen geçer, bazen geçmez”- daha barışık denecek kadar optimist olmasa da kesinlikle albümün başında çizilen karanlık çerçeveden farklı bir rotaya kırılan ikinci yarının hak ettiği romantik parça ise Water in the Rain oluyor.
Her şeyi ying-yang’a getiren parçamız More Pressure ile diğer parçalara göre oldukça basit bir akışla Tempest’ın albümü kapanışa götürdüğü, kaçıncı şarkıda olduğunuza bakma gereği duymaksızın anlaşılıyor. Direnç göstermemiz gereken şeylere karşı alınacak tavrın cevabıysa son parça Grace ile hem isminde hem de yazının en başında bahsettiğim- madem albüm bir döngü, bu yazı da döngü olmasın mı yani- cümleden geçiyor.
No hope is enough
I’ve stopped hoping, I’m learning to trust
Grace