Jenny Lewis‘inki takdirlik bir sivrilme, olgunlaşma hikayesi. Seksenlerde çocukken başladığı yoğun oyunculuk kariyerinin sonunda, 26 yaşında uyuşturucularla olan hikayesine rest çekip grubu Rilo Kiley ile müzik deryalarında tabiri caizse yeniden doğdu kendisi. Solo albümlerinde ise adım adım hikayeyi genişletmeyi sürdürüyor.
On The Line, şimdilik Lewis’in kariyerinin en sağlam işi. Sanatçının şarkı yazarı kimliğinden öte bir ozanın, bir şairin ortaya çıkışını müjdeleyen, son derece samimi ve dürüst bir sözler ile besteler bütünü. Fiona Apple ve Tori Amos gibi hemcinsi ozanlardan daha ‘country’ bir tını yakalasa da bir o kadar rock’n roll; Tom Petty ve George Harrison gibi ruhani eşlerinden ise çok daha feminen. Harrison demişken, albümünün davullarının Ringo Starr‘a emanet olduğunu da belirtmek gerek. Ayrıyeten Beck ve Ryan Adams da kadroda.
Bizi albüme adını veren “hatta” bekletirken şahsi anılarından bir demet tiyatro, bir demet öykü sunuyor Lewis, “Heads Gonna Roll”‘daki şu serserice kaçışı gibi: “Ödünç aldığım Porsche’nin içinde / Kuzeye doğru ufak bir gezintiye çıktım / Yanımda Duluth’lu narkoleptik bir şair / Hiçbir konuda uzlaşamadık kendisiyle / Elliott Smith’ten tut da nar şurubuna hiçbir konuda / O uykuya daldı, ben çatıyı inşa ettim / Sonra beni bir mezarlığa götürdü / Öldürüleceğim sandım / Ama o bir köşede öpüverdi beni / Yanımızdaki rahibeler ise öylece bakakaldılar”.
Detaylardan estetik ögeler yaratan sözleriyle son derece içten, okumalara doyulmaz bir anı kitabını andırıyor On The Line. Don Kişot‘tan Rolling Stones’a, Candy Crush oyunundan Meryl Streep‘e, Caroline adlı bir kızdan eroine canlı-cansız yüzlerce karakteri ete kemiğe büründüren bir içerik var. Duygusal ve derin bir yolculuk, hepimize ise hepimizin hayatı kadar yakın.
PUANLAMA: 8.5/10