Jamie Stewart ile sohbetlere doyamıyoruz. Son söyleşimizin üstünden daha 10 ay bile geçmemişken kendisiyle üçüncü kez buluşmak için sözleştik. Bahanemiz? Xiu Xiu’nun yeni konser turnesi. Hem de öyle rastgele bir turne değil; “Eraserhead Xiu Xiu” adlı bu yeni konsept, David Lynch’in ilk uzun metrajı Eraserhead‘in işitsel ve görsel dünyasını grubun vizyonuyla birleştiriyor.
Jamie’nin Lynch’e olan hayranlığı tüm sevenlerinin malumu. Ancak kendisiyle önceki söyleşilerimizi okuyanlar bilir ki ben de bu konuda az değilim. Uzun lafı kısası, işte karşınızda Lynch sevdasıyla bir araya gelen iki nerd’ün sohbeti…

Son konuşmamızdan bu yana Xiu Xiu tekrar İstanbul’da sahne aldı. Bu deneyim senin için nasıldı?
Jamie Stewart: Harikaydı. Gerçekten çok iyiydi. Bence fena çalmadık ve seyirci epey hoştu. Mekanı işleten insanlar da harikaydı. Son derece olumlu bir deneyimdi. Uzun zamandır görmediğim eski bir arkadaşımla da karşılaştım.
Angela ile sokaklarda bir sürü kedi de görmüşsünüz.
Aynen. (gülüşmeler) Görmemek zor zaten.
Xiu Xiu yakında David Lynch’in Eraserhead filminden ilham alan “Eraserhead Xiu Xiu” adlı yeni bir konser serisine başlıyor. Lynch’in senin için çok şey ifade ettiği, varlığının Xiu Xiu’ya doğrudan ilham verdiği zaten biliniyor. Hatta bu yılın başlarında kendisini kaybettiğimizde, Instagram’da onu sık sık “gerçek baban” olarak tanımladığını yazmıştın. Sorum şu: Ona bir saygı duruşu olarak neden özellikle Eraserhead’i seçtiniz?
2016’da bir Twin Peaks soundtrack albümü yayımladık ve birkaç yıl boyunca o müzikleri çaldık. Açıkçası, insanların bu albümden bu kadar hoşlanmasına biz de şaşırdık. Görece başarılı oldu.
Albümü çalmak için İstanbul’a da gelmiştiniz.
Evet, doğru. Sanırım Ocak 2018’de çalmayı bıraktık. Sonra David Lynch öldüğünde insanlar yeniden çalıp çalmayacağımızı sormaya başladı. Bir süre düşündük ama yapmayı pek istemedik. O müzikler bizim için inanılmaz derecede önemliydi ve tarafımızda tiyatro piyesi tarzı, öyle arada sırada tekrar tekrar çalınan bir gösteriye dönüşmesini istemedik. İlk paylaştığımızda tamamen o albüme adanmış haldeydik, çok odaklıydık ve tam da ruhen olduğumuz yeri yansıtıyordu. Günümüzde aynı ilgiyi verebilecekmişiz gibi hissetmedik. Bunu kelimelere dökmek zor ama içten içe istikametimizin değiştiğini hissettik. Müzikler de bizim için bu kadar önemli olduğu için olabilecek en iyi şekilde ortaya koyamayacaksak hiç yapmamayı tercih ettik. Ama aynı zamanda tarafımıza gelen konser teklifleri de gerçekten ilginçti.
Elbette David Lynch öldüğünde pek çok filmini yeniden izledim ve Eraserhead aslında uzun yıllardır en az aşina olduğum filmiymiş. İkinci kez izlediğimde vay be dedim, bunun içindeki ses evreni diğer filmlerinden çok farklı ve çok özel. Twin Peaks hariç hiçbir filminde böyle özel değildi. Tabii ki Twin Peaks’in çok özgün ve muhteşem müzikleri var. Diğer filmlerdeki müzikler de çok iyi, ama filmin kimliğini bu kadar merkezî bir yerden belirlemiyorlar. Oysa Eraserhead’de ses, tıpkı Twin Peaks’te olduğu gibi filmin tam merkezinde. Haliyle “Neden bunu denemeyelim ki?” diye düşündük.
Elbette bunu Twin Peaks’te yaptığımız şekilde yapamazdık, çünkü orada belli mısra ve nakaratlara sahip, doğrudan çalabileceğimiz ‘normal’ şarkılar vardı. Eraserhead’de ise Fats Waller şarkıları ve “In Heaven (Lady in the Radiator)” dışında hiç ‘şarkı’ yok. Daha çok bir ruh hâli, bir his var. Dolayısıyla filme düzgünce saygı duruşunda bulunmanın bir yolunu bulmamız gerekiyordu. Ama aslında bunun doğru bir yolu da yoktu. “In Heaven”ın 45 dakikalık bir versiyonunu çalamazdık sonuçta, değil mi? (gülüşmeler) David Lynch’e ve yarattığı ses dünyasının ortağı Alan Splet’e nasıl teşekkür edebilirdik, hem de elimizde böylesine amorf bir malzeme varken? Bu bize ilginç bir meydan okuma gibi geldi. Düşüncemizi menajerlerimizle paylaştık. Onlar da düşündü, fikri bazı kişilere sundular ve çok geçmeden birkaç kişinin ilgisini çektiğimiz çok açıktı.
Aslında bir sonraki sorumu da şimdiden cevapladın. Ben de bu performansa nasıl yaklaşacağınızı soracaktım, çünkü doğrudan cover seti çalmanız mümkün değil. Dediğin gibi, ses filmin merkezinde yer alıyor ve bu da filmi neredeyse endüstriyel bir görsel-işitsel deneyime dönüştürüyor.
Evet.
Bu turneyi bir tür sanat enstalasyonu olarak tanımladınız; performanslarınızda sadece müzik değil, görsel unsurlar da yer alacak. Çok da sürprizi bozmadan anlatabilir misin, performansın lojistiği nasıl işleyecek?
Aslında lojistik olarak çok da orijinal değil. (gülüşmeler) Bizim için yeni şeyler var ama başka gruplar farklı zamanlarda yaptı göreceğin her şeyi. Performans boyunca bize eşlik edecek, filmin süresi uzunluğunda bir görsel set hazırlıyoruz. Bunu daha önce hiç yapmamıştık. Twin Peaks’te benzer denilecek bir şey yaptık ama orada sadece iki görsel arasında gidip geliyorduk. Buradaysa müzikle doğrudan eşleşen, özellikle müziğe göre hazırlanmış bir görsel set var. Biz de Eraserhead estetiğinden ilham alan 45 dakikalık uzun bir parça çalıyoruz. Aynı zamanda Eraserhead’in estetiğine neler katabileceğimiz üstüne düşünüyor, buna göre kendi yaratıcı özgürlüklerimizi konuşturuyoruz. Bunu birkaç kez şöyle ifade ettim, biraz aptalca bir tanım ama yine de açıklayıcı oluyor: Eraserhead bir gezegense, biz de Eraserhead gezegeninde büyümüş varlıklarız. Sonra da o gezegenin etrafına uydular ve asteroidler inşa ettik. Bizim versiyonumuz da işte o uydular ve asteroidler.
Peki bütün bunların arasında “In Heaven”ı da çalıyor musunuz?
Evet, çalıyoruz. O parça filmin içinde çok merkezî, çok tanınır bir parça. Filmdekiyle birebir aynı değil ama duyduğunda “Ha, tamam, bu o parça” diyorsun. Ayrıca Fats Waller müzikleriyle de çalışıyoruz.
Streaming platformlarındaki Eraserhead Soundtrack’in deluxe versiyonunda “Pete’s Boogie” diye bir parça var. Onu da çalıyor musunuz?
Ah yok, onu çalmıyoruz. Herhangi bir şekilde ele almıyoruz. Bilmiyordum bile aslında. Daha iyi araştırma yapmalıydık!
Zaten çok bilinmeyen, derinlerde kalmış bir kayıt. Sadece merak etmiştim.
E bizim de amacımız derinlere inmekti. Sanırım biraz başarısız olduk.
Merak etme, bence kimse başarısız olduğunuzu düşünmez, ben de dahil. Şovda bir sürü field recording de kullanacaksınız. O sesler nelerden oluşuyor? Nerede kaydettiniz?
Bazılarını Berlin’de kaydettik. Benim oldukça büyük bir field recording arşivim var. Oradan da bir şeyler kullandık. Bazılarını Los Angeles’ta kaydettim, Angela da burada ve LA’de kayıt aldı. Birkaç tane de tatil için gittiğimiz Endonezya’dan kayıtlar var. Yani üç kategori var: evlerimiz, o tatil ve bir de başkalarının field recording’lerinden oluşan geniş bir arşiv.
Halihazırda bir Twin Peaks albümünüz var. Bu konserleri de kaydedip canlı albüm olarak yayımlamayı düşünür müsünüz?
Gelecek yıl stüdyo kaydını yapacağız.
Harika.
Açıkçası plak şirketimizin bunu istemesine şaşırdım, çünkü bu tamamen deneysel bir kayıt olacak. Bize destek veriyorlar, bu da çok hoş.
Ama Twin Peaks albümünüz hayranlar arasında çok popüler. İnsanlar bayılıyor.
Teşekkür ederim, ama biliyorsun, oradakiler şarkıydı. Bu farklı bir şey.
Evet.
Ama bu albümü yapabileceğimiz için çok heyecanlıyım.
Şu an elimde albümleriniz içinde plak olarak sadece Twin Peaks var. Diğer albümleri de almak istiyorum tabii.
Harika! Teşekkür ederim desteğin için.
David Lynch’in kendi adıyla yaptığı birçok şarkı da var. Onlarla aran nasıl?
Açıkçası onları henüz çok derinlemesine dinlemedim. Filmlerinde yaptığı şeylerden ayrı bir yerde görüyorum onları. Özel bir sebebi yok, bir ara mutlaka dinleyeceğim. Birkaç şarkısında vokalini duydum, bence çok iyi duyuluyordu.
Şimdi biraz nerd modumuzu açalım…
Doğru kişiyle konuşuyorsun.
Bana Lynch’e dair çok sevdiğin, belki biraz daha az bilinen rastgele bir bilgi söyler misin?
Lynch yıllarca akşam yemeğinde sadece kinoa ve brokoli yemiştir. (gülüşmeler)
Günlük yemek rutininden bahsettiği bir video vardı. Sadece seyahate çıktığında bu rutinden şaştığını söylüyordu.
Evet, bu da çok anlaşılır geliyor bana. Ben de rutin sahibi olmayı seviyorum.
Benim de hayatımda bir dönem her gün aynı restorandan aynı yemeği yediğim olmuştu.
Cidden mi?! Harika! (gülüşmeler)
Macera güzel şey ama bana göre yaşamın merkezinde bir rutin olması şart.
Bence böylesi rutinler bana da çok iyi geliyor. Rutinim olmazsa biraz boşlukta kalmış gibi hissediyorum.
Merakımdan soruyorum: Meditasyonla aran nasıl? Lynch çok spiritüel biriydi, Transandantal Meditasyon (TM) yapıyordu. Senin böyle bir pratikle aran var mı?
Babam beni küçükken meditasyonla tanıştırmıştı. Hayatım boyunca ara ara düzenli olarak yaptım. Kesinlikle daha çok yapmam gereken bir şey. Hayatımda hep gelip giden bir alışkanlık oldu; düzenli yaptığım dönemlerde –herkeste olduğu gibi– olumlu etkileri çok belirgin oluyor. Yakın bir arkadaşım -aynı zamanda sanat çevremden biridir- yakın zamanda TM’e başladı ve “Keşke çok daha önce başlasaydım,” diyor. Ona da çok iyi gelmiş. Berlin’de bir TM merkezi var, hatta İngilizce tanıtım kursları da oluyor. Bir ara araştırmaya başlamıştım ama sonra yoğunluktan unuttum. Hatırlattığın iyi oldu. (gülüşmeler)
Yıllardır meditasyon denedim ama bir türlü tam anlamıyla odaklanamadım. Sanırım ADHD ya da benzeri bir kondisyonun varsa bu işler biraz zorlaşabiliyor. Onun dışında zaten modern çağ insanı olmak başlı başına bu tarz pratikleri zorlaştırıyor; sürekli aşırı uyarılmış bir haldeyiz. Elbette ruh için harika bir şey.
Odaklanmak zor, ama sana güzel bir şey söyleyebilirim bununla ilgili. Çoğu meditasyon pratiğinde odaklanamamak çok da sorun edilmez. Aklına bir şey gelirse, sadece akıp gitmesine izin verirsin ve sonra tekrar akışa dönmeye çalışırsın. Yani bu işi “batırıyor” olman gibi bir durum yok aslında. Herkeste oluyor benzeri şeyler. Ama evet, zor bir şey.
David Lynch’e bir soru sorabilseydin ne sorardın?
Güzel soru! Yani, yazdığı bütün kitapları ve hakkında yazılmış bir biyografiyi okudum, o yüzden–
Room to Dream mi?
Evet!
Ben de şu an onu okuyorum.
Harika bir kitap. Bayılıyorum. Birkaç kere okudum. Çok ilham verici. Bir de her filmi hakkında yapılan röportajların toplandığı bir kitap var: Lynch on Lynch. Bilir misin?
Duymuştum.
O da aşırı iyi.
Listeme ekleyeyim.
Ben birkaç kere okudum. Sanatsal olarak tıkandığımda, çıkış yolu bulamayınca onun düşünceleri beni hep tekrar yola sokar. Angela’yla birlikte bu projeye başlamadan önce yeniden dünyasına dalmak için kitabı ikimiz de okuduk. O yüzden aslında soracağım pek çok şeyi zaten cevaplamış hissediyorum… Sanırım ona eğlenceli, saçma bir şey sormak isterdim.
Çok komik biriydi bu arada.
İnanılmaz komikti. Sanırım ona “Yediğin en iyi karpuzu nerede yedin?” diye sorardım. (gülüşmeler)
Karpuzu çok seviyorsun, değil mi?
Evet, hem karpuzu hem David Lynch’i. İkisi bir araya gelirdi böylece.
Peki Lynch’in karpuzu sevip sevmediğini biliyor muyuz?
Hiçbir fikrim yok. Belki nefret ediyordur ya da alerjisi vardır. Kim bilir? Ama en azından sorumun cevabını öğrenmiş olurdum.
Bu sohbeti politik bir tonda bitirmek istiyorum: İnsanlık olarak karikatürize derecede faşist, yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş zamanlardan geçiyoruz.
Evet. Kesinlikle eşi benzeri olmayan şeyler yaşanıyor.
Lynch’in bir videosu var, “Bugün kara güneş gözlükleri takıyorum, çünkü geleceğe bakıyorum ve çok parlak görünüyor,” diyor. Bu, David Lynch’in söylediği şeyler arasında şu anda kendimi hiç yakın hissedemediğim tek şey olabilir-
(kahkahalar)
Bunca kaosun ortasında nasıl iyimser kalıyorsun, ya da kalabiliyor musun?
Hayır, hiç iyimser değilim. Eh, hâlâ müzik yapmaya devam ediyorum. Sağlıklı besleniyorum, spor salonuna gidiyorum. Demek ki bilinçaltında bir nebze iyimserliğim var. Hayatımı uzatacak şeyler yapıyorum. (duraksıyor) Bu konuyu bana sormamalısın. (gülüşmeler) Söyleyecek motive edici bir şeyim yok. Hiçbir şeye pozitif açıdan bakamıyorum.
Tamam, söyleyebileceğim bir şey var. Yetişkinliğimin son yıllarında annemle çok yakınlaştım. Sadece annem değil, gerçekten iyi bir dostum oldu kendisi. Bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Çok sık rastlanan bir şey değil, buna ulaşmış olmak beni çok mutlu ediyor. Benzer bir konuda onunla da konuşmuştum. Özellikle iklim krizi kafamı kurcalayan, olumsuz bir şekilde takıntı hâline getirdiğim bir mesele. Nasıl öyle olmasın ki? Ama artık hayatımı berbat ediyordu bir noktada, sürekli düşünüp kahroluyordum.
Ben içten içe dindar bir insanım. Bunu kimseye dayatmam, yüzüne vurmak istemem. Dindar olmak ne iyi ne kötü bir şey bence; kimisi öyledir, kimisi değildir, kimse de kimseye bu konuda karışamaz. Ama şahsen içten içe dindarım diyebilirim. Neyse, annem bana altı ay kadar önce “Her sabah erkenden, bu hayatta minnettar olduğun dört şeyi düşün,” dedi. O zamandan beri her gün bu dört şeyi düşünmeye çalışıyorum. Elbette bu, hiçbir sıkıntıyı ortadan kaldırmıyor ya da dışsal sorunları çözmüyor; ama kişisel olarak hayatıma devam etmeyi daha kolay hâle getirdi. Hatta mümkün kıldı. Beni endişelendiren şeylerin hiçbiri değişmedi, hatta son altı ayda her şey çok daha kötüleşti. Yine de doğrudan bu pratiğin bana yaradığını söyleyebilirim. “Müziğe minnettarım. Doğaya minnettarım. Aileme minnettarım.” Genellikle her seferinde farklı şeyler oluyor. “Karpuzlara minnettarım.” (gülüşmeler) Küçük bir ölçüde bile olsa bu pratik, içinden geçtiğimiz büyük dehşetlere karşı bir denge kuruyor. Hayata yıkıcı olmayan bir şekilde katkıda bulunmaya devam edebilmek için gerekli o içgüdüsel iyimserliği sürdürebilmemi sağlıyor.
Mesela metroda birine nazik davranmak, birine gülümsemek gibi şeyler için bile pozitif yönde bir itki oluyor. Bilemiyorum… Böyle şeyleri söylerken kendimi biraz ‘ucuz’ hissediyorum çünkü temelde oldukça karamsar ve olumsuz biriyim. Bu lafları etmek bana çok aptalca geliyor ama dediğim şeye de gerçekten inanıyorum. (hafifçe ağlıyor) Dünyanın gerçekte ne olduğunun ihtimali olağanüstü güzel, aşırı ilgi çekici ve sonsuz derecede ilham verici. Kusura bakma, duygusallaştım. (gülüşmeler)
Duygusallaşmak güzeldir.
Her şey benzeri görülmemiş bir şekilde çürümüş olsa da pes etmemek için hâlâ sebepler var. Beş dakika içinde muhtemelen “Pes ediyorum,” diyeceğim ama şu an pes etmemeye çalışacağım. (gülüşmeler)
Bahsettiğin güzellik de son derece gerçek. Onca kaosun altında güzellik var.
Ya da üstünde.
Evet, ya da üstünde… Lynch de kötülüğün varlığını kabul eden ama odağını güzelliğe veren biriydi.
Evet. Sanırım o benden psikolojik ve duygusal olarak biraz daha gelişmişti. Bu yüzden hayatı daha iyi idare edebildi. Ama doğru, onun bakış açısı tam olarak buydu: Devam et, durmak yok.
Xiu Xiu’nun Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.



