Synth pop ikilisi Magdalena Bay‘in ikinci stüdyo albümü Imaginal Disk, Ağustos sonunda çıktı. Synth pop diyerek özetlememe bakmayın, kendilerinde çeşitlilik bol. İlk dinlemeye başladığımda herhangi bir hyperpop albümünden biri olarak nitelendirme hatasına düştüm. Az miktarda var olduğuna emin olduğum hem konsept hem pop içerikli albümlerden biri olduğunu fark etmem ise neyse ki birkaç şarkı sürdü. Kişisel gelişimlerini aktarmak için her yolun denendiği Imaginal Disk albümünün sürprizlerle dolu olduğunu en baştan müjdeleyebilirim.
Bu albümün baştan sona bütün bir hikâye anlattığını direkt belirtmek gerek. Altını kazıdıkça fazlası çıkacak türden, ama ana fikir gayet net. Bu albüm kişisel gelişim üzerine bir hikâye. Ana karakterin, tahminimce, kendine bakıp geçmişi, travmaları ve “öteki” olarak adlandırdığı parçalarını dizdiği bir giriş şarkısıyla başlıyor. Bu kısmıyla yüzleşiyor ve şarkının adını da “She Looked Like Me!” koyuyor manidar bir şekilde. Klasik bir pop şarkısı olması ve Taylor Swift benzeri hafiften rahatsız edici bir vokal tarzıyla beni biraz ürküttü, hem de “Banal pop albümlerinden hâlâ sıkılmadık mı?” sorusunu akla getiren bir şekilde. İkinci şarkı “Killing Time” ile birlikte kalan yolun böyle kalmadığını anlamak kolay ve hızlı oldu. Sözleri ile zaman öldürme konseptini ve kendini sorgulaması, karşımdaki şeyin yüzeysel bir felsefe ve travma dökmeden ibaret bir albüm olmayacağına dair ilk göstergeydi. Karakterin değişim sürecine girmeden önceki karar aşaması niteliğinde; yumuşak ve olaysız ile sert ve karmaşık arasında belirsiz bir açılış.
Üçüncü şarkı “True Blue Interlude” albümümüz Imaginal Disk‘in asıl olarak başladığı yer. Beni tekrar korkutan yer aynı zamanda. Spoken word eşliğinde “True Blue” adında bir değişim uygulamasının tanıtımı yapılıyor; fütüristik, robotik ve ruhsuz bir reklam estetiği taşıyor. Adeta dijital bir implantın kişinin karakter yazılımını değiştirebileceğine dair bir manifesto gibi. Björk bu tarzı tahminimce çok sever. Ardından gelen “Image” bu prosedürün gerçekleştirilmesini anlatıyor. Tekli olarak yayınlanan şarkının kapağında ve albümde farklı noktalarda da yerini edinen bir “doktor” karakteri devreye giriyor. Kendine belirlediği ve şarkıda da ulaşmak istediği olan ideal imaj bu doktor. Şarkının başından sonuna ana karakterin fikirleri ve perspektifi değişiyor, tedavisine yaklaştıkça müzikal olarak heyecanlanma ve hareketlenme de kendilerinin imza sesi gibi hissettiren dolgun synth bas üzerinden açıkça hissediliyor. Yeni dünyaya geçiş hissinin çok bariz sembolü.
Tüm bunların uygulanmasından sonra Imaginal Disk prosedüründen bir araya giriyoruz. Albümün ilk teklisi “Death & Romance” ile, karakterimizin kişisel dünyasını ilgilendiren bir sebeple, aşk ile… Belli ki ölümüne olan türden bir aşk. Partnerini bekliyor ve beklerken bağlarını sorguluyor. Duygularını kontrol edemeyen ve hiçbir şeyleri kalmayana kadar kendilerinden verip durduğunu belirten ilişkilerini anlatıyor. İkilinin synth kökenlerini yine kullandıkları bu pop baladı, dengesiz duygu durumlarını kısaca en etkili açıklayan parça olabilir.
Çok doğaldır ki, bir sonraki şarkı “Fear, Sex” geldiğinde yine sözlerdeki küçük ipuçlarından bu ilişkinin bittiğini anlıyoruz. Yapışkan halde bağlanan ve hep birlikte kalacaklarına inanan ana karaktere rağmen, ilerlemek isteyen partneri kendisine her şeyi unutup affetmesini söylüyor. Albümün başından beri panik seviyesi ve potansiyeli her noktada yüksek duran ana karakterimiz hemen yalnız ölme korkusuyla yakınmaya başlıyor. “Death & Romance” ile “Fear, Sex” birbirinin devamı olan iki şarkı değil, tek bir bütünler olarak anlıyorum. İki basit sebeple. İlk olarak “Death & Romance” klibinde duyulan şarkı, enstrümental olarak öncesinin devamı. Edebi olarak sonu bariz bir hikayenin kaçınılmaz devamı olması da ikinci basit sebep.
“Vampire In The Corner” şarkısına geçtiğimizde hâlâ aynı konu devam etse de küçük değişiklikler var. Önceki iki şarkının melankolik ve düşük tonları yerini yüksek enerjili elektroniklerle bırakıyor. Bunların hisler dünyasındaki karşılığı hâlâ karışık. Karakterin hâlâ kalbi kırık ama iyileşmek istiyor. Sorgulanası bir sebeple: Sevgilisini geri kazanmak.
Vampire in the corner, am I scaring you off?
Vampire in the Corner
Oh, I wanna dance, I wanna learn how to love
Someone call the coroner ’cause you’re breaking my heart
My God, I think I mighta loved you too much
Baby on a burner, am I throwing things off?
Oh, I didn’t mean, I didn’t mean to make a fuss
Vampire in the corner, just a bump in the dark
My God, it’s only ’cause I love you too much
sözleri korkutucu ve endişe verici. Partnerini yapışkanlığıyla kaybediyor, ama bu durumu çok sevdiği için korkuttuğu şeklinde yorumluyor. İyileşmeyi ve sevmeyi öğrenmeyi istiyor ama bunu da eski sevgilisini kendisinin yapmak için takıntı haline getiriyor. Süreç çok da iyi gitmiyor gibi. Şarkının bu süreci romantik ve heyecanlı bir şey gibi aktarması karakterle alakalı duygu durumunu yeterince yansıtıyor.
Bu acılı romantizm sürecinden True Blue prosedürüne geri geçişi sağlayan şarkı “Watching T.V.”, albümün kalan şarkılarından en farklı tavıra sahip parça. Muhtemelen son birkaç şarkıdır sağlıksızca kendini parçalayan karakter yorulmuş olmalı ki hem vokal yorgun, hem partnerinden istekleri azalmış. Diğer tüm şarkıların aksine, duygu durumlarının ne olduğu fark etmeksizin, enerjisini korumuyor. Tek beklentisinin “Belki konuşursak çözülür.” olduğu bir noktaya gelmiş. Melankolik duygu durumu deneysel shoegaze ve pop arası bir müzikal altyapı ile geri gelmiş. Asıl önemli olan ise ana karakterin asıl prosedürün işe yaramadığını ve hâlâ aşması gereken bir ton probleminin olduğunu fark etmiş olması. Baştan sona yenilenmeye ihtiyacı olduğuna karar veren karakter, kendi sözleriyle “içindeki canavar” ile yüzleşmeye sonunda dürüst bir şekilde hazır hale gelmiş. Pes etmesi gereken yeri sonunda çözmüş.
Dibe vurduğuna emin olduğunda yükselmeye kararlıysan en şiddetli ve dünya üzeri versiyonunu yaşarsın. Özellikle hayranı olduğum bu duygu durumu, üç tekliden biri olan “Tunnel Vision” ile bir başyapıt gibi anlatılıyor. Gözlerini ilk kez gerçekten açıp gören karakter, problemlerinin ana kaynağının kendisi olduğunu fark edince kendi içinde kapana kısılıyor. Kendisinin ne olduğunu gerçekten anlayan karakter, bunu değiştirip değiştiremeyeceğine dair yoğun bir paniğe giriyor. Kendine karşı dürüst olmaya yeni başlamış her insan gibi… Değişmeye kararlıysan bununla alakalı çok zor bir savaş vermen de gerekir. Bunu sözlerle anlatmanın kolay yolu yok. Tam da bu noktada, hiç beklenmedik şekilde bu duygu ve savaş halini harika yansıtan bir space/prog rock enstrümental şarkı çıkışıyla gözünü karartan şarkı, albümün açık ara en büyük sürprizi.
Daha yeni kaotik bir progresif rock harikasını üstümüze bırakmamışlar gibi, bir anda oldukça funky bir bas ile tatlı tatlı giren “Love is Everywhere“, iç savaştan galip çıkanın karakter olduğunu bağırıyor. Böyle bir elektronik funk şarkısı da albümün başından beri beklemiyor olduğum bir güzellik. Her şeyi gereksiz miktarda düşündüğünü ve bir sürü pişmanlığı olduğunu kabullenen karakter, bununla delirmektense elinden geleni yapıp etrafındaki sevgiye odaklanmayı başarmış. Kötü günlerini ve kararlarını serbest bırakmaya karar vermiş, prosedürü kabullenmiş. Ana hikâyenin sonu.
“Feeling DiskInserted” ile sürecin üçüncü ve son aşamasına geçen albüm, daha alttan okunacak çok fazla detay taşıyor. “That’s My Floor” gibi müzikal olarak bir ucuna elektropunk diğer ucuna alternatif rock koyulabilecek çeşitliliği, “Cry For Me” gibi 1970’lerin Space gibi synth-pop efsanelerinin tonuna benzerliği nasıl olduysa tutturmuş parçaları toplayıp birleştiren çok fazla numarayı içinde bulunduruyor. Ancak albümün ana fikri burada bitiyor. İşin sonunda Magdalena Bay, tipik hiçbir yanı olmayan absürt hikâyesiyle, modern pop albümlerine olan bakış açımı değiştiren nadir işlerden biri olmayı başardı. Sadece bu sebepten dolayı bile Imaginal Disk pop kategorisinde yılın en iyisi olmaya aday gibi duruyor.