Belfast filmini ilk kez İKSV’nin Filmekimi’nde duymuştum. Festival programına dahil olmayan ama özel iki üç seansla gösterilen ve reklamı da “bu yılki Oscar’ın favorisi” olarak yapılan bir filmdi Belfast. O zaman biletlere yetişememiştim ve sonra da unutup gitmiştim filmi. Geçtiğimiz günlerde Oscar adayları açıklandığında şöyle bir baktım ve En İyi Film dalının adayları arasında gördüm Belfast’ı. O an ekimdeki bu reklamlar gözümün önüne geldi ve bir merakla açtım filmi.
Kenneth Branagh’ın yazıp yönettiği film ile ilgili ilk bakışta dikkatimizi sinematografisi çekiyor. Renk kullanımındaki siyah beyaz yoğunluğu ve zaman zaman gelen renkli görüntüler, kamera açıları, oyunculukların stilize oluşu gibi unsurlar bize bir nevi tiyatro izleme deneyimi koklatmak istiyor. Bu isteği görünürde var olsa da benim deneyimimi bölen anlar yarattı ne yazık ki. İlk başta özellikle kamera açılarının kullanımını zekice bulduysam da zamanla yorulduğumu hissettim. Özellikle baş karakterimiz Buddy’nin dedesi ve ninesiyle olan sahnelerindeki kamera kullanımı bana oldukça zekice geldi ki bu sahneleri unutamıyorum, ama bu kullanımın benzerinin anne ile olan ev sahnelerinde de olmasını sebeplendiremedim. Çünkü bence bir çocuk baş karakteri iki ortamda gösterirken bir fark yaratmak gerekli. Hele ki böyle bir savaş ortamı içinde dedesinin evinde yaşadıkları ile anne evinde yaşadıkları hikayesel olarak da farklıyken görsel olarak da bunun altı çizilmeliydi bana göre.
Hikayesi oldukça etkileyici ve kullandığı metaforlar da konuya aşina olmayan seyirciye bile kendisini anlatır nitelikte. Bu noktada 2019 yapımı Jojo Rabbit filmini hatırlıyoruz. Ama buradaki hikayeyi Jojo Rabbit’ten daha sempatik kılan öğe bir çocuk bakışını Jojo Rabbit’teki gibi kanırtmaktansa daha net kurabilmiş olması. Çünkü bir çocuğun dünyasının oyunla olan ilişkisini vermek için onun yanına hayali en yakın arkadaş olarak Hitler koymaya gerek yok. Etrafı silahlarla ve bombalarla kaplı olan bir çocuğun oyun dünyası da içinde bulunduğu dünyada görülüyor, yani o ortamda oyununu da orada yaratıyor çocuk. Belfast bunu küçücük bir anda barikatların arkasında futbol oynayan çocuklarla oldukça net ve açık şekilde dile getiriyor bence.
Filmin Oscar adaylıklarına baktığımızda da benim filmle ilgili hatırladığımda tüylerimi diken diken eden tiyatro izleme sahnesinde torunuyla tiyatroya giden Judi Dench ve onun sevgili eşi ve biricik Buddy’mizin dedesi Ciarán Hinds’in yardımcı rollerde adaylıkları göze çarpıyor. İkisi de muhteşem performansları ile, izleyene yaşattıklarıyla, küçücük sahnelerinde taşıdıkları kocaman ağırlıklarla bu adaylıkları fazlasıyla hak ettiler diyebilirim.
Ödüller açıklandığında da yine Belfast’ın oyunculuklar, en iyi film ve senaryo dallarındaki adaylıkları üzerine konuşmaya döneriz diye düşünüyorum. Yönetmen adaylarından favorim The Power of Dog ile Jane Campion olduğundan Kenneth Branagh’ı anmadım bile adaylıklarda, ama Belfast ile bana bu aralar izlediğim filmler arasında güzel bir his bırakan bir iş yaptığı için ona da teşekkür ediyorum.