73. Primetime Emmy Ödülleri geçtiğimiz günlerde sahiplerini buldu. Emmy ödülleri, müzik alanındaki Grammy, tiyatrodaki Tony ve sinemadaki Oscar ile beraber Amerika’da dağıtılan en önemli dört ödülden birisi. Televizyon Sanatları ve Bilimleri Akademisinin Emmy ödülünün geçmişine kısaca bakmamız gerekirse ilk Emmy’nin 25 Ocak 1949’ta sahibini bulduğunu biliyoruz. İlk günlerinde sinemanın tahtını her evde kendine yer bularak sarsan televizyonun teknolojik olarak gelişiminin etkileyici izleğinin yanı sıra bu ödülleri takip ederek sanatsal anlamda nerelerden nerelere gelindiğini de takip edebiliyoruz.
Bu küçük heykelciğin tasarımı da bahsettiğim teknoloji ve sanat izleğini simgeleyecek şekilde seçilmiş. Louis McManus’un karısını model olarak kullanarak yarattığı bu heykelcik tasarımında elinde atom parçacığı tutan bir kadın görürüz. Atom taneciği, televizyon tarihini anlatırken kullandığımız iki önemli terimden teknolojiyi temsil ederken; kadının süzülüşü bir diğer terim olan sanatı temsil ediyor.
Ödül sistemleri özellikle son on yıllarda birkaç açıdan sorgulanmakta. Başta ırkçılık üzerinden başlayan tartışmalar bugün feminizm ve LGBTİ+ tartışmaları üzerinden ilerlemekte. Her endüstride olduğu gibi sinema televizyon endüstrisi de heteroseksüel erkek egemenliğinde ancak aktivizm hareketleri ve yoğun eleştiriler ışığında bu tahtın sorgulandığını görüyoruz. Biraz da kadın-erkek ikililiği üzerine kurulu ödül sistemleri hakkında konuşalım.
Bu yıl Pose’daki muhteşem performansıyla Mj Rodriguez’in aday gösterilmesi Emmy tarihinde bir ilk olarak kendine yer buldu, Emmy adaylıkları tarihinde ilk kez bir trans aday listesine katıldı. 73. seferini gerçekleştirmekle övünene kadar bu gibi bir ilkle utanması gereken endüstrinin 73 sayısını büyük büyük her yerde yazması egemenliğin sarsılması için daha çok çalışmamız gerektiğini gösteriyor. Biz bu adaylıkla sevinçten yerimizde duramazken adaylıklardaki “en iyi kadın” ve “en iyi erkek” ikilikleri tartışılmaya devam ediyor. Bu tartışma yalnız Emmy için değil tüm ödüller için devam etmekte ve tartışmaların etkisi sonucunu başka mercilerde bulmuş durumda da. Mart 2021’de Berlin Film Festivali ikili sistemi kaldırarak “oyuncu” ödülleri dağıttı ve onun peşi sıra eylülde İspanya’nın San Sebastian Film Festivali de yine ikili ödül sisteminden vazgeçti.
Kadın-erkek ikiliği üzerine kurulu olan ödül sistemini eleştirenler arasında non-binary oyuncu Asia Kate Dillion da bulunuyor. Bir açıklamasına göre kendisi Emmy için akademi ile konuşurken kendisinin hangi kategoride aday gösterilebileceğini sorduğunda ona istediği kategoriye aday olabileceği cevabı veriliyor. Bu cevap ile akademi kendi kurallarının saçmalığını kendi ağzıyla yeniden tekrarlamış oluyor çünkü biz de haklı olarak Dillion ile beraber soruyoruz “isteyen istediği kategoride aday olarak var olabiliyorsa, o zaman kategorilerin ne anlamı var, kaldırın gitsin.” 2017’de MTV Televizyon ödülleri ikili sistemi kaldırdığında bu ödülü alan ilk kişi Dillion oluyor ve kendini ikili sistemde tanımlamak zorunda olmadan ödülünü kucaklayabiliyor sonunda.
Haksızlıklar ve ayrımcılıklar hakkında konuşmaktan bu yılki ödül töreninden bahsetmeye fırsatım kalmadı ama birkaç kelime etmek isterim. İlk olarak benim de birkaç hafta önce keşfedip bayılarak izlediğim dizi Ted Lasso’nun kırdığı adaylık rekoru gerçekten birçok kişiyi şaşırttı. Bunun elbette en önemli sebebi sektörde üstünlük kurmak için yarışan yapım şirketleri dışındaki bir yapımın bu başarıyı göstermesi oldu. Ben diziyi keşfettiğim için çok mutluyum çünkü bence getirdiği en büyük yenilik futbol gibi neredeyse cinsiyet rollerinin tanımında ilk sıraları zorlayan bir olgunun bu denli politik doğru bir yerden ele alınabilmesi. Dizide cinsiyet rollerinin tanımlarına hapsolmuş kadınlar ve erkekler görmüyoruz, aksine bu sınırları sorgulayan, tanımlara sığmayan karakterler görüyoruz. Bunu aynı zamanda heteroseksüel ilişkiler üzerinden de görevleri ortadan kaldırarak yapıyor dizi. Bir yandan da futbolun bir başka demirbaşı olan kazanma, hırs, şampiyonluk gibi kavramlarla işi olmayan bir teknik direktör ile bizi çoğu zaman gerçeklikten koparıyor, hatta kendimi zaman zaman “aman bu ne, böyle bir şey olmaz” derken bulduğumu hatırlıyorum. Ama başka bir yönden baktığımızda bu dizi de her kurmaca gibi kendi dünyasına sahip ve aslında yapılması gereken, onda gerçekliği aramaya uğraşmaktansa onun kendi gerçekliğinin olduğunu kendimize hatırlatmak. Heyecanla her anını takip ettiğim bir diğer dizi Crown’u da ödül töreninde kazandığı 7 ödül için ve törenin en çok ödül toplama unvanına sahip olduğu için tebrik ediyorum.