IDLES’a bir aşk mektubu

Son 5 yılın en hızlı yükselen alternatif gruplarından IDLES, aktif müzik yapmaya devam eden en iyi 3 gruptan biri olduğunu düşündüğüm IDLES, kırılgan ve feminen erkek kimliğini kaba şiddetle anlatabilen IDLES… Uzun uzun öveceğiz şimdi kendilerini. En çok dinlediğim gruplardan biri olması ve bu noktada kişiliğimin bir parçası olması ister istemez yazıya da karışacak. Toksik masküleniteyle savaşmakta çok eğlenceli bir iş çıkaran grup, müzikal olarak tarif etmekte zorlanacağım bi otantisiteye sahip. Kendileri hakkında bir kere “Oynak Rage Against The Machine bunlar.” dendiğini bile duydum. Tabii bence bu yorum, müziklerin dramatik katmanını görememiş birinin yapacağı bir yorum. Hassas bir karakterden ve çok şey kaybetmiş bir hayattan yola çıktıklarını anlamak çok da zor olmamalı aslında. Kendileri de “Nice Man” adlı şarkılarında belirtiyor zaten bu öfkenin nasıl bir dil kullanmaya çalıştığını:

Is that what you will tell your kids?
He’s only violent when he’s wasted
Maybe he’s just insecure?
Maybe he’ll beat up for cure

En sevdiğim albümlerinin hangisi olduğuna gerçekten karar veremediğim ilk ve hâlâ tek grup olan IDLES, kariyerlerine 2009 yılında Bristol’da başladı. Çıktıkları şehir ve kültürleri bile bir mucize. (Trip hop’un kelimenin tam anlamıyla tanrıları Portishead ve Massive Attack de Bristol çıkışlı.) 2012 yılında varlığıyla bana eksik bir baba figürünü doldurmayı, beton gibi ağır ve soğuk bir insan olan beni çok kez ağlatmayı başaran “Two Tone” şarkısını içeren Welcome EP’sini yayınladılar. 2015 yılına kadar tek tük festivallerde çaldılar ve Meat adlı, girişte bahsettiğim “Nice Man” şarkısını içeren EP’yi yayınladılar. Bu iki EP sürecinde pek aktif değillerdi, solist Joe Talbot da röportajlarında “İlk başladığımızda ne yaptığımızı çözmemiz biraz uzun sürdü, dürüst olmak gerekirse b.k gibiydik.” yorumunu yapmıştı bir kere. Katılmıyorum.

2016’da Joe Talbot’un annesinin vefat etmesiyle ilk albümleri Brutalism‘i yaratıyorlar. Brutalism bir başyapıt. Kendini serbest bırakamayan beton gibi öfkenin, kendine kendine kahkaha attıracak seviyede çaresizlikle birleştiği bir albüm. IDLES bunu serbest bırakmayı biliyor. Kirli öfke kontrolünden çok çeken ve daha iyi olmak isteyen bu arkadaşların aşığı olmamın belki ilk sebebi de bu zaten. Nasıl serbest bırakabileceğimi benim bile bilmediğim şeylere onlar yardımcı olabiliyor. Joe Talbot’un annesine adanan “Mother”, kendinden nefret etmenin en acı ve ağır yollarından birinin tarifi “Slow Savage”, istesen de kimsenin yanında olamadığın şaka gibi ve intiharın eşiğinde bir ruh halini aktaran “1049 Gotho” benim bu albümdeki favorilerim. Güzelliği ve kibarlığı isteyen insanların kir ve sinir içindeki yoğun yok oluşunun tabiri demek istiyorum tüm bu karmaşaya. Tüm bu konseptler birleşince Brutalism bu albüm için ne kadar güzel bir isim.

2018’de, ilkinden bir yıl sonra yeni albüm Joy As An Act Of Resistance çıkıyor. Burası kariyerlerinin ivme aldığı nokta. Aktif olarak müzik yapan gruplar arasında dinlediğim üç gruptan biri olmaya da bu noktada başladılar. Halkın grubu olarak değerlendirilmeleri de bu noktada parladı diye düşünüyorum. Oynak ve kirli bıyıklı adamlardan oluşan bir punk grubunun yeri geldiğinde mültecilerden bahsediyor olması gibi şeyler haliyle albümün kimliğini belirleyen önemli bir faktör. Grubun enerji kaynağı lead gitarist Mark Bowen bir röportajında “Kızgın ve homurdanan adamların sahnede kendini sevmek ve renkleri sevmekten bahsetmesinin esprili bir tarafı da var. İnsanlar bizim de sisteme lanet okuyan bir punk grubu olmamızı bekliyor. Bunun daha güzel ve kibar bir yolu olamaz mı?” demişti. Brutalism esprili yönü pek olmayan bir albüm açıkçası, güzelliği de kendi içinde orada. Bu bahsettiği konsept kariyerlerine ilk kez Joy… ile giriyor. “I’m Scum” ve Katy Perry’ye bir saygı duruşu olarak değerlendirdiğim şu sözlerle örneğin:

I’m a real boy
Boy and I cry
I love myself
And I want to try
This is why you never see your father cry
This is why you never see your father cry
This is why you never see your father
I kissed a boy and I liked it

Sözlerini haykırarak kuran “Samaritans“, sahneye punk için yeni ve keyiften göz dolduran bir perspektif kattı. Albümün ve tüm diskografilerinin en çok dinlenen şarkısı “Never Fight A Man With A Perm” ise modern toplumda standart erkek maskülenitesini yerden yere vuran bir şarkı. Joe yine bir röportajında “Albümü bıçak gibi kesen bir şarkı olmasını istedim. Bıçak dediğim anda Mark Bowen rifi yapıştırdı, albümün de bunu istediğini biliyormuş gibi. Şarkının geçmişimin utanç dolu kısımlarından birinden gelmesini istedim. Sanatımı kırılgan olmanın bir yolu, utancımı güçlendirebilen bir çirkinliğin yansıması ve bunun katarsisi olarak görüyorum. Burada da, tüm katarsislerin olması gerektiği gibi, güzel bir şeye dönüştü.” demişti. Kendisini eskiden boktan ve şiddetli biri olarak tanımlayan Joe Talbot’un bu şarkıda çekinmeden aşağıladığı kızgın, şiddetli, kısa ve kalın boyunlu heriflerin kim olduğunu hepimiz gözümüze getirebiliyoruz. Tüm bu resim tamamlanınca maskülenitesini kendi eline alabilmiş insanlar için dinlemesi zevkten dört köşe eden bir marş “Never Fight A Man with A Perm.” Her şarkısında bir iyileşme sürecinde olduğunu hissettiren albüm, kendini sevmeye çalışırken kalp ve kemik kıran ağır bıyıklı abilere inanılmaz bir sempatiyle dolduruyor dinleyen herkesi. Kendim için de inanıyorum, IDLES yanımda oldukça olacak.

Üçüncü albüm Ultra Mono gelene kadar adlarını duyurmakla ve alanlarını yaymakla hoş bir meşguliyetleri olan grup, KEXP gibi platformlarda hayranlar edindikleri ve işin içinde daha fazla ne olduğunu merak ettiren çok sayıda performans ve röportaj verdiler. Sonra da araya karantina girdi zaten. Ultra Mono her teklisini sabırsızlıkla beklediğim bir albüm oldu. Hatırlıyorum da 2020 yazında bir akşam arkadaşımla bira içerken “A Hymn” şarkısının videosu yayınlanmıştı ve videonun kendisinde birçok dilden altyazı vardı. Türkçe altyazı geldiğinde sevinçten birbirimize girip IDLES konseri hayalleriyle dağılmıştık. Yine o zaman fark etmiştim ki IDLES her albümün açılış şarkısını insan üstü bir bateri patlamasıyla açıyor. “War” neye adım atıyor olduğumuzun uyarısını veren diken gibi sert ve kaotik bir şarkı. Cehennem sirenleri gibi üstüne gelen gitarlar karakterime özgüveni dikmişti. Sonrası zaten çok kolay. Animasyon videosu yayınlanan ve yere tekmeyle vuran çiçekleriyle albümü devam ettiren “Kill Them With Kindness” kesinlikle ikonik bir durakları. Dürüst, absürt, dobra, korkusuz, devrimci ve nasıl oluyorsa bunlarla aynı anda hassas. Problem şu ki Ultra Mono albümü genelinde Joe Talbot’un söz yazarlığında aktif bir kayıp hissediliyor. Kendini ifade edişi eksik ve sinirli. “Model Village” şarkısı bunu gözle görmek için en iyi örnek. Joe Talbot’un artık çalmak istemediği ve sinirini kontrol etmeye çalıştığı defansif bir şarkı kendisi zaten. Diğer kritikler bunu bir problem olarak görseler de ben bu aşamayı IDLES’ı IDLES yapan yoğun kaosla bağdaştırıyorum, keskin duvarları olan hırçın bir karakter mevcut ve buna bayılıyorum. “Grounds” şarkısının girişindeki klavye ise soundlarında ilk kez elektronik kullandıkları nokta sanıyorum. Daha bile önemli olabilecek detay ise bu şarkı için Dirty Three, Grinderman ve Nick Cave and The Bad Seeds’in göz bebeği olan Warren Ellis ile birlikte çalışmış olmaları! (Birazcık da hip hop esintisiyle.) Dediklerine göre hedefleri, insanlar bir mekanda müzik dinlerken arka arkaya birer Kanye, IDLES ve Rihanna şarkısı çaldığında aradakinin bir gitar şarkısı olduğunun farkına varılmaması. Joe Talbot kendilerine bir punk grubu denilmesine aldırmadığını, ama kendisinin IDLES’a bir punk grubu demeyeceğini de dile getirmişti. Neden böyle dediklerini anlasam da ele aldıkları konuların ve müzikle ifade etme şekillerinin devrimsel ve ister istemez fark edilesi olduğunu düşünüyorum. Yaralı ve ağır karakterli heriflerin şiddetli kibarlıklarının normal olduğu bir dünyada IDLES ve ben sizleri bekliyor olacağız.

2021 yılı ise yine hem ben hem IDLES için muhteşem aksiyonlu bir yıl oldu. Yaz sonuna kadar “Peace Signs“, “Damaged Goods” ve Metallica tribute albümü Metallica Blacklist‘te yer alan “The God That Failed” olmak üzere üç tekli yayımladılar. Sonra inanılmaz bir şey oldu: “The Beachland Ballroom.” Ne diyebileceğimi hâlâ tam bilmiyorum. Çıktığı akşam dinlememin üzerinden iki yıl ve yüzlerce dinleme geçti, hâlâ ilk seferindeki etkisini hissedebiliyorum. Sürükleyici, dramatik ve katartik bu şarkı; hayatın, ilişkilerin, çıkmaz yolların, romantizmin, panik atakların, kafayı sıyırmanın ve yoğun hislerin görülebilecek ve duyulabilecek en estetik portresi olabilir. Gece vakti devasa bir alanda tek başına kendinizi ışıkların altında bulmak gibi bir şey, ruhunuzun orada salınması gibi. Hayattaki tüm travmaların ve savaşların çıkışı gibi bir şarkı. “The Beachland Ballroom” ile başlayan süreçte “Car Crash” de tekli olarak yayımlandıktan sonra 2021 kasımında dördüncü albüm CRAWLER çıktı. Albümün ilk şarkısı “MTT 420 RR”, literal ve duygusal olarak soğuk konseptlerden bahsetmesiyle beni tüm kış boyunca kendisine takmaya çekti. Her şeyin bir anda kıpkırmızı bir darbeyle değişmesi gibi. Bu albüm artık klavyede de parmaklarını konuşturan Bowen için ayrı bir saygı seviyesi açtı benim için. “Progress” ve “The Wheel” da her gitar vuruşuyla karşısındakini yerine oturtan ve sersemleten bir agresyona sahip. Immovable object diyebileceğim karakterde şarkıların daha çok bulunduğu bir albüm genellikle. Hırçın taraflarını korkuyla değil ağırbaşlı kontrolle aktarabildiklerini görmek çok görkemli bir deneyim. İçine çok derinden, çok sıkışık olan bu cevher gibi grubun kendini salması sanıyorum ki alternatif müziğin / post punk’ın önümüzdeki jenerasyonda tanrıları olmalarını sağlayacaktır.

Son olarak 2023 ekim ayının ortasında sıradaki albümleri TANGK‘te yer alacak, LCD Soundsystem ile birlikte yayınladıkları ilk tekli “Dancer“, grup için yeni bir başlangıç gibi görünüyor bana. Ancak şimdilik kendimden bu kadarını vereceğim. Daha öncesinde görmem gereken çok önemli bir şey var. 27 Kasım’da Zorlu PSM’de verecekleri ilk Türkiye konseri. Gelenleriniz için orada görüşmek üzere.