I Wandered Lonely As A Cloud – Pete Lashley (William Wordsworth)

Hazırlayan: Gökay Sarı

İngiliz Edebiyatında Romantizm Akımı’nın kurucularından biri olan ve sone formunda dünyaca ünlü eserlerin altına imza atan, doğanın güzelliğini en ince ayrıntısına kadar paylaştığı dünyaca ünlü şiirleriyle birlikte şair William Wordsworth’ten bahsedeceğiz. En çok bilinen eserlerinden biri olan I Wandered Lonely As A Cloud sonesinin de, çok kadife sesli sanatçımız Pete Lashley’in seslendirdiği şarkı versiyonu da paylaşacağız.

“Romantizm” denilince, insana durum baştan biraz sıkıcıymış gibi gelebiliyor. Üstelik bir de şiir formunda, doğal güzellikler, çiçek, böcek kelimeleri bir arada geçtiği vakit ateşli gençliğimizin nefesinin daraldığını ve en sevdikleri dizinin ortasındaki upuzun reklam kuşağındaki ruh haline büründüklerini hissedebiliyorum. Ancak sakin olun! Wordsworth göründüğünden çok daha derin bir şair, tıpkı tüm şairler gibi. Nazım’ın Ceviz Ağacı şiiri nasıl sadece bir ağaçtan ibaret değilse, toplum yapısına dokunuyor, politik göndermelerde bulunuyorsa Wordsworth de aynı söz sanatını icra ediyor.

Bakire kraliçeleri, aksanları ve kolonileri ile ünlenmiş ve özetlenmiş şu İngiliz milletinin dili ve edebiyatının eğitimini alıyor olmama rağmen, belirtmeliyim ki ben de şiirden pek fazla hoşlanmam. Özellikle de lalelerden, yemyeşil çayırlardan, insanın kucaklayabileceği en mavi sulardan veya gökyüzünden bahsedilen sanat icraatlarından koşarak uzaklaşırım. Uzaklaşırdım yani. Hocalarımın baskısı ve beraberinde gelen not kaygısından dolayı kendimi şiire verdiğimden beri ise daha iyi bir insan olma yolunda ilerliyorum. Kısacası, yineliyorum; “Kiip kalm ve read some şiir!”

William, döneminin oldukça karışık olan adasında, mezhep çatışmalarının ve düzensizliğin, kargaşanın tam da ortasında vuruluyor doğaya. Yalnız bir bulut gibi, dolanıp duruyor o manzaradan bir diğerine. Bakıyor, algılıyor, sindiriyor ve yorumluyor. Bahsettiği Nergis çiçekleri, ütopik bir toplum yapısını da sembolize edebiliyor, kıyıya vuran dalgalar hırsı, ulaşamamayı, rüzgar ise söyleyecek derdi olan insanları. Herkesi ve her şeyi, yine herkes ve her şey ile anlatıveriyor şair, 19. Yüzyılın başlarında. Sanayiler (d)evrime uğrarken, mekanik ve makineleşme yükselişe geçerken, demir yolları yükler altında ezilir ve trenler saçtıkları buharlar ile yeryüzüne daha yakın bulutları doğururken. Bilhassa ataları kapalı ve yağışlı havasıyla ünlenmiş bir adada, hırçın denizlerle boğuşmuş ve onların şiirleri her daim karanlık ve karamsarken, yüzyıllar ve yüzyıllar sonra içlerinden birisi çıkıp güneşi ve nergis çiçeklerini fark ediveriyor…

Şiirdeki anlatıcı, tepelerin ve vadilerin arasında dolaşmaktadır. Yorgunluktan değil de, yalnızlıktan tükenmiş bir halde. Birden bire, az önce geçiverdiği bir gölün ardında, aşağıda, sahil boyunca uzanan bir grup sarı nergis çiçeklerini, onların rüzgarın estiği yöne doğru dans edişini fark eder. Bir grup çiçek derken, binlercesinden bahsetmektedir. Sahil boyunca baştan başa uzanmıştır nergis çiçekleri, yüzlerini güneşe dönmüşlerdir. Nergisler, tepeden bakıldığında tıpkı arkalarındaki denizin kıyıya vuran dalgaları gibi dans etmektedir. Fakat çiçekler daha bir güzel, daha bir uyumlu dans ediyorlarmış gibidir. Eh, birlikte, biraradalardır da ondan. Anlatıcının yalnızlık hissi, neşe ve keyif ile yer değiştirir bu manzara karşısında. Ancak, ne kadar da güzel bir şey ile karşılaştığını daha sonra fark edebilecektir. Evine dönüp de kanepesine uzandığında, gözlerini kapattığında aklına düşüveren manzarayı hatırladığı zaman. Artık ne zaman yalnız, ne zaman uyumsuz hissetse, hemen o manzarayı resmeder düşleri boyunca.

Bir Bulutmuşçasına Dolaştım Tek Başıma

Vadilerin ve tepelerin üzerinde süzülen bir bulutmuşçasına, dolaştım tek başıma.

Aniden gölün ardında, bir kalabalığı fark ettim, ağaçların altında.

Hışırdayan ve esintiyle dans eden ev sahibini, 

Altın renkli nergisleri.

 

Durmaksızın parlayan ve ışıldayan yıldızlar gibi Samanyolu’nda,

Sonsuza kadar uzanmışlardı bir koy boyunca.

Başlarını naifçe sallayarak dans eden,

On binlercesini gördüm tek bakışta.

 

Onlarla birlikte dalgalar da dans etti. Ama onlar,

Sevinç içinde köpüren dalgalardan uzaktılar.

Böylesine bir manzara karşısında, bir şairin hissedebileceği tek şey neşeydi.

Diktim gözlerimi, seyrettim. Seyrettim ama çok az düşünebildim,

Bu gösterinin bana bahşettiği asıl hediyeyi.

 

Şimdi, ne zaman kederli ve düşünceli bir halde uzansam koltuğuma,

Nergislerin dansı düşüverir aklıma.

Ve ardından kalbim zevkle dolup taşar,

Ve ardından kalbim dans eder onlarla.

____________________________________________________________________

Şiirin orijinal metni için buraya tıklayabilirsiniz. Yazımızın devamında, meraklısı için William Wordsworth’un minik bir biyografisi ve doğa tutkusuna dair birkaç detay yer alıyor, dileyen bu noktada ayrılabilir elbette. Hoşça kalınız.

John Wordsworth ve Ann Cookson’ın beş çocuğunun ikincisi olarak, 7 Nisan 1770 yılında, Cockermouth, Cumberland İngiltere’de dünyaya geldi William Wordsworth. Eğitim hayatını St. John’s College, Cambridge Üniversitesi’nde tamamlayan şair, seksen yıllık ömrünün ardında İngiliz edebiyatında Romantik Dönem olarak bilinen edebi bir devir bıraktı.

William’ın babası, döneminin Lonsdale dükü olan James Lowther’ın resmi temsilcilerinden biriydi. Onun bağlantıları sayesinde, kardeşleri ile birlikte küçük bir kasabada oldukça büyük bir köşkte büyüdüler. Kendisi de bir şair olan kız kardeşi Dorothy Wordsworth ile ilişkisi her zaman bir adım daha öndeydi, birlikte vaftiz olmuşlardı. En büyük kardeşi Richard avukat olmuştu. Beş kardeşten dördüncüsü olan ve babasıyla aynı adı taşıyan John ise, 1805 yılında, kaptanı olduğu Earl of Abergavenny gemisinin İngiliz sularının güney sahillerinde yaşadığı bir kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Kardeşlerin en genci Christopher ise genç yaşta kilise hayatına dahil olmuş, eğitim hayatını Cambridge, Trinity College’da tamamlamıştı.

William’ın babası işi gereği çok fazla seyahat ediyordu, bu yüzden William ve kardeşlerinin babaları ile hiçbir zaman yakın bir ilişkisi olamadı. Ancak, babası 1783 yılında ölene kadar, ömrü boyunca William’ı okuması konusunda her fırsatta teşvik etti. William da bu eylemden memnundu, ezberi de güçlüydü, Milton’ın, Shakespeare ve Spenser’ın fazlasıyla komplike olan eserlerini sindirebiliyor, analiz edebiliyordu. Üstelik babasının kökşteki kütüphanesini kullanmasına izin verilen tek çocuk da oydu.

Okumayı annesinden öğrenmişti, uygun yaşa geldiğinde, Cockermouth’ta, düşük kaliteli bir okula kayıt oldu. Ardından, varlıklı ailelerin çocuklarının eğitim gördüğü Pernith’teki yeni bir okula geçti. Ayrıca, ileride evlenecek olduğu Mary Hutchinson ile de bu okulun sıralarında tanıştı. 1778 yılında annesinin ölümünün ardından, babası William’ı Bumbria’daki (eski adıyla Lancashire) Hawkshead Grammar School’a gönderdi. Dorothy’yi ise , Yorkshire’daki akrabalarının yanına yollamıştı. William, çok sevgili kardeşi ile dokuz yıl boyunca hiç görüşemeyecekti.

William’ın bir yazar olarak imzasını attığı ilk resmi eseri 1787 yılında, The European Magazine adlı dergide yayınladığı bir sone idi. Aynı sene, Cambridge Üniversitesi’nin St. John’s Koleji’nde eğitim almaya başlamıştı. Üniversite yıllarında, ilk iki yaz tatilini Hawkshead’a dönerek geçirse de, daha sonra eline geçen her fırsatta bambaşka yerlere yürüyüş turları gerçekleştirdi. Doğanın güzelliğini algılamış, tabiri caizse aşık olmuştu. Öyle ki, doğayı ve ona dair olan her şeyi algılayışı ve yorumlayışı, yüzlerce yıllık İngiliz Edebiyatında bir dönemin başlangıcı oldu, romantizm…