Bazen hayatımda olan insanların başından geçen olayları düşününce çok hüzünleniyorum. Küçükken yaşadıkları travmalar, kaybettikleri insanlar, kazanmak için savaşıp vazgeçtikleri şeyler. Çok içten, çok hisli, çok duygulu. Sanki onlar hep Piyanist filmindeymiş gibi hayatlar yaşadılar, benim Piyanist taraflarımı hiç görmeden hem de. Sonra birbirimize bu hikayeleri anlatmaya çalıştık. Parça parça, her yerde bir ekmek kırıntısı yakalayarak onların yollarını aradık. Kendi yolumuz için bıraktık bazı kırıntıları, başkaları da bizim hikayemizi tamamlasın ve anlasın umuduyla.
Hikayeler bu yüzden tekrar tekrar düşünülmesi, tekrar tekrar hatırlanması gereken şeylere dönüşüyor. Hepimizin etrafından birbirinden farklı kırıntılar var. Bazıları bizi yakınlaştırıyor, bazıları ise yeni şeyler öğretiyor. Bazıları da kalbimize dokunuyor, hem de çok derinden.
İşte bu yüzden hüzünlü defterler palasım ortaya çıktı. Çevreme bırakılmış kırıntıları tekrar bir gözle değerlendirmek, o kırıntıları doğru yerlere bakarak bulmak, onlar için anlamlarını çözebilmek… Yardım etme isteğimden geliyor da olabilir, yalnız değilim hissimden de. Çünkü belli bir yaştan sonra insan kalbiyle mi, aklıyla mı yaşadığını çözemiyor. Ben ise bunu anlamak istiyorum. Bu hikayeleri okuduğum zaman aklımla mı okuyorum yoksa kalbimle mi?
‘ Küçükken ailemle aram hiçbir zaman iyi olmadı. Yani iyi olmadı dediysem sonuçta çocuğum, aramızda bir şey geçmedi. Ama hep beni düşünmediklerini düşünürdüm. Benimle oyun oynamaktan keyif almazlardı. Korkulu bir rüya gördüğüm zaman yanlarına gidemezdim, çünkü yanlarına gittiğimde bana söyleme ihtimalleri olan şeyler beni korkuturdu. Beraber dışarı bile çıkmazdık neredeyse. Sadece belli aile ziyaretlerine giderdik. Evde hep bir ölüm sessizliği olurdu. Sevgisiz büyüdüm aslında. Onlar kendilerince birbirlerini ya da beni sevdiklerini düşündüler. Aralarında anlam veremediğim bir rekabet ve gerginlik vardı her zaman. Sanki iş arkadaşları gibiydiler. Babamın hiç güldüğünü hatırlamam. Bir şeye keyiflendiğini, keyfinden oturup bir sigara yaktığını, rakı bardağını doldurduğunu… Hep yapay bir keyif vardı. Sanki iş yerinde iyi bir şey olmuş, sonra mahkum olduğu bu eve geri gelmiş, evde vaktini doldurup hemen işe gitme telaşı varmış gibi. Annem ise dengeyi sağlamaya çalışan ama dengenin ne olduğundan tam emin olamayan bir kadındı. Hep değişik, isteksiz, mutsuz bir havası vardı. Yine de annem bu gerçeklikten farklı bir dünyadaymış gibi hep gülerdi. O kadar çok gülerdi ki, insana bir yerden sonra kendini huzursuz hissettirirdi. Sizi sevdiği için gülümsediğini anlamazdınız, çünkü babam bağırarak kapıları çarpıp evden çıktığı zaman bile bana dönüp gülümseyerek her şeyin yolunda olduğunu söylerdi. Bana o yaşta çok garip gelirdi, çünkü ağlaması gereken yerde gülümseyerek tepki verirdi. Tabii çok sonra öğrendim ağır bir depresyonda olduğunu o zamanlar. Kullandığı ilaçları bugün ben alsam, sokakta takla atarak gezerdim. Belki de babam bu yüzden son derece mesafeliydi, bilemiyorum. Bir gün parka gideceğimizi söylediler, ilk defa! İlk defa ödevin yok mu demek dışında bugün benimle parka gitmek istediklerini söylediler. O kadar heyecanlandım ki heyecandan karnıma ağrılar girdi. Ağrı o kadar şiddetliydi ki kusmaya başladım 15 dakika kadar sonra. Babam telaşlanarak hastaneye götürdü beni. Ailemle eğleneceğim günü de böyle kaçırmış oldum.’
Bu hikaye bana kırıntı şeklinde farklı dönemlerde bırakıldı ve ben ancak bugün bütünleştirebildim. Bugüne kadar hep aklımla görmeye çalıştım: ‘Evet, dinliyorum, kaydediyorum’ diyerek. Ama bugün, bu hikayeyi herkese anlatmak istediğim zaman kalbimle görmeye başladım. O kırılan küçük kalbi, belki de ne yaparsak yapalım düzeltemeyeceğimiz aile hatalarını, ne yaparsak yapalım değiştiremeyeceğimiz o güzel kadını. Bu kadından sonra sevgi ve ilgi bekledik. Göremediğimiz sevgi için onun kalbini kırdık zaman zaman. Halbuki ona öğretilmiş şey tamamen sevginin korkutucu, aile arasında bile oluşturulamayan bir şey olduğuydu. Bu, benim ya da sizin sorununuz olamazdı. Başkasının öğrenemediklerini siz sırtınızda taşımak zorunda değildiniz. Peki ya sizin öğrenemedikleriniz? Onu da sırtında taşımak istemeyen birileri çıkarsa ne olacak?
Birbirimizin yüklerini biraz da olsa hafifletmek için birbirimizin yanında olsak, belki de hayat hepimize daha kolay olmaya başlayacak. Daha adaletli gelecek her şey.
Çocukluktan gelen, yetişkinlikte kırdığımız sert kalıplardan biri de bu olmalı bence. Eleştiri yapmamaktan bahsetmiyorum, eleştirirken koşulları anlamaya çalışmak aslında söylemek istediğim. O kişinin hangi koşullara sahip olduğunu bilmek, bazen tamam diyerek onu kendi köşesinde bırakabilmek. Kalple görmek derken de tam olarak buydu söylediğim şey. Kalple görmeye başladığınız zaman insanları, size kızgınlık alanı kalmıyor. Çünkü tüm kızgınlıklarınız balon olup uçuyor. Kendinizi aynada nasıl görüyorsanız, o kişiyi de kendiniz kadar bozuk görüyorsunuz. Herkese kucak açmamıza elbette gerek yok. Sadece ilk fırsatta vedalaşmayalım yeterli.