Deneysel müziğin sürekli evrilen sahnesinde, Robohands adı yaratıcılık ve yenilik bakımından öne çıkan bir ışık olarak parlıyor. Londra merkezli besteci ve enstrümantalist Andy Baxter tarafından yönetilen bu solo/ortak proje, çağdaş müziğin içinde benzersiz bir niş kazanmış durumda. İlk albümü Green (özellikle bu tarz müziği dinleyenlerin YouTube algoritmalarında mutlaka kendine yer bulmuş bir albüm olduğunu belirtmekte fayda var) 2018 yılında piyasaya sürüldü ve o zamandan beri birçok kez plak olarak yeniden basıldı, koleksiyoncular tarafından aranan bir albüm haline geldi. Son olarak Giallo isimli kısaçaları 2022 sonbaharında New York’un Bastard Jazz Recordings şirketi tarafından dijital olarak dinleyiciyle buluştu. Ancak bu yazıdaki odak noktamız, Robohands’ın taptaze çıkan 17 parçalık ve yalnızca 33 dakikalık yeni albümü Palms.
İlk olarak bu albümün dinamiklerine bir göz atalım. Her şeyden önce kulağıma ilk takılanla başlayayım; bu albümdeki trampet (snare) tonu seçimi oldukça dikkat çekici. Tek başına dinlendiğinde, rulo yapılmış kalın bir gazeteyi şişko ve bezden yapılma bir bavulun üstüne vurulması gibi bir ses olarak algılanabilir; ancak albümün sakin, akıcı ve pürüzsüz geçişlerle beslenen yapısında, bu ses tercihi gerçekten iyi bir iş çıkarmış. Çok ön plana çıkmadan, albümünün ritmik sürekliliğine ve ihtiyacı olan sıcaklığa iyi yönde etki etmiş. Albümün bazı bölümleri lo-fi vaporwave (“Individuation”) esintileri taşırken, diğer bölümleri bossa nova (“Jorge”) etkileri sunuyor. Andy Baxter, her bir parçada kendi müziğini özgürce ifade etmiş gibi görünüyor.
Palms, Robohands’in önceki albümlerine göre farklı türler ve düzenlemeler gösteriyor. Özellikle kontrabas ve arp tınıları oldukça büyük bir yer kaplarken, Alice Coltrane ve Toquinho gibi sanatçılardan alınan ilham da açıkça hissediliyor. Bazı kısımları dinleyiciyi tropik bölgelere taşırken, diğerleri sade ve akustik ağırlıklı olarak denge sağlıyor. 2023 yılında piyasaya sürülse de Palms adeta plak cızırtısıyla dinlemeyi hak eden bir çalışma gibi; her parçada analog kayıtların teyp dip gürültüsünü duyabiliyoruz. “One Dimensional Man“de olduğu gibi zaman zaman kabile danslarını çağrıştıran ritmler, ıslak yankılarla süsleniyor ve albümün adına uygun bir atmosfer oluşturuyor. Bunun aksine, “Ouroboros” önceki albümlerden daha yakın tanıdığımız Robohands’in klasik caz-füzyon tarzının bir temsilcisi olarak sonlara doğru karşımıza çıkıyor. Bu parçadaki saksofon solosunu takip eden bası destekleyen yumuşacık rhodes tınıları, dinlerken beni viski ile kahve arasında bir seçim yapmaya zorladı.
Robohands albümün miksaj sürecinde dinlediği parçalardan oluşan bir Spotify listesi de hazırlamış, onu da şöyle bırakayım :
Robohands bu çalma listesiyle ilgili şöyle diyor: “Özellikle efsanevi ECM plak şirketinden çıkmış bazı albümleri dinlemek, miksajın derinlik açısından nerede olduğunu anlamama yardımcı oldu; bu albümler her zaman büyük ve dolu duyulurlar. Arp sesleri için, doygunluk ve distortion yüklü tonlar elde etmek için Dorothy Ashby‘nin çalışmalarını dinlemek gerçekten yardımcı oldu. Özellikle “By the Time I Get to Memphis” adlı şarkı, onun benzersiz sesini sergileyen harika bir parça.”
Palms arkanıza yaslanıp rahatça dinleyebileceğiniz, sakinleşip hayal dünyalarına dalabileceğiniz iç açıcı bir albüm. Robohands hem sonik tercihler, hem melodi, hem de düzenleme açısından tutarlı bir çalışmaya imza atmış. Keyifli dinlemeler efem.