Bazı filmler vardır. Bittiğinde derin soru işaretleri bırakmaz kafanda. Sahneleri evirip çevirip yeni anlamlar çıkarmazsın, ucu kapalı bitişini kendi kafanda tamamlamaya çalışmazsın. Belki kahkahalarla gülmezsin veya son sahnelere doğru kendini koyverip ağlamaya başlamazsın; ama yüzünde bir tebessümle izlersin ve bittiğinde gerçekten keyif almış olursun.
İşte bu da tam olarak o tarz filmlerden. Fatih Akın’ın 2009 yapımı filminden bahsediyorum, Soul Kitchen’dan. Adını “soul music”ten alan Soul Kitchen isimli bir restoranı işleten Zinos’un kız arkadaşı Şangay’a taşınır. Araya mesafelerin girmesi zaten yeterince ciddi bir sorunken bir de restorandaki işlerin yolunda gitmemesi, hapishaneden çıkan ağabeyi, eski okul arkadaşları, bel fıtığı, tamamen farklı bir yazının konusu olabilecek aşçı Shayn’ın da hayatına girmesiyle işler biraz daha karışık bir hal alacaktır.
Tüm bu karmaşanın içerisinde, ortalama bir pizza ve patates kızartmasının yerini birazcık -ama sadece birazcık – sinirli bir aşçının elinden çıkan lezzetli yemekler alacak; Soul Kitchen’ın başı sürekli belaya girecek; ama ne olursa olsun restorandan müzik ve eğlence eksik olmayacaktır. Bir restoran adını soul müzikten alıyorsa başka ne beklenebilir ki zaten?
Herkesin hayattan keyif alma şekli farklıdır elbet; ama bazı şeyler vardır ki, istisnasız herkes için keyif verici olarak addedilir. Tabii ki yemek ve müzikten bahsediyorum. Güzel kısım ise şu ki, her ikisinden de bu filmde fazlasıyla var.