Hazırlayan: Yankı Yıldırım
Geçtiğimiz yılın en iyi filmlerinden olduğu söylenenen; fragmanlarıyla bile insanın başını döndüren “La La Land”, uzun süre kendisini beklememize değdi.
Kendisine “Whiplash” filmiyle hayranlık duyduğumuz genç yönetmen Damien Chazelle’in, senaryosunu da yazmış olduğu son filmi “La La Land”, tam anlamıysa masalsı bir müzikal. Bu müzikalin başrollerinde ise kimyalarının tuttuğu önceki yıllarda kanıtlanmış olan Ryan Gosling ve Emma Stone.
Filmin konusu, caz müziği tutkunu olan Sebastian (Ryan Gosling) ile aktris olma hayalleri peşinde koşan Mia (Emma Stone)’nın yaşamış olduğu naif aşk. Kulağa oldukça sıradan gibi gelen bir hikayeyi farklı kılacak şey ise elbetteki bu konunun nasıl işlendiği. Filme trafiğin yoğun olduğu bir Los Angeles gününde “Another Day of Sun” şarkısıyla ve şarkının yaratmış olduğu coşkuyla başlayınca bir şeylerin farklı olacağını hissetmemek imkansız.
Bu müzikalin içinde, filmin nostaljik ama bir o kadar da modern havasına yaraşır parıltılar var elbette. Bunlardan en çok dikkat çekeni ise önemli klasiklerden biri olan “Rebel Without a Cause” filminin planeteryum sahnesi ile filmin bir sahnesinin kesişiyor ve nefesleri kesecek bir noktaya ulaşıyor olması.
Bir müzikalın iyi olup olmadığının en büyük kriteri ise şüphesiz şarkılar ve danstır. Filmin şarkılarının hepsinin baştan sona film için yazılmış ve her birinin tek kelimeyle mükemmel olması, La La Land’ı müzik konusunda oldukça yukarılara taşıyor. Tüm şarkıların altında imzası olan Justin Hurwitz hakkında filme dair küçük ama önemli olan detay ise kendisinin filmin kurgu aşamasında da yer alması. Bu durum, filmle müziklerin nasıl bu derece bütünleştiğini fazlasıyla açıklıyor.
Müziklerden bahsetmişken, Chazelle’nin John Legend sürprizinden bahsetmemek olmaz tabi ki. Legend, “Start a Fire” şarkısıyla filme konuk oluyor ve Sebastian’ın cazı kurtarma hayallerine farklı bir bakış açısıyla dokunuş yapıyor.
Dansa gelince, Ryan Gosling ve Emma Stone, inanılmaz bir ahenk içerisinde gecede, gündüzde, yerde ve gökte adeta bir “akış” halindeler.
“La La Land” ile Walt Disney’in 50’li yıllardaki prenses filmlerindesiniz adeta. Renkler capcanlı; müzikler, bir insanın en içten anında ağzından dökülen kelimeler kadar saf. Ana karakterlerin hatları keskin değil; her biri hayallerini etrafını kırıp dökmeden yaşamaya çalışan, en yoğun anlamları bakışlarına ve gülümsemelerine konduran insanlar.
Kendinize bu filmi izleyerek bir iyilik yapın. Filmin yarattığı mutluluk hissi her bir zerrenizi ele geçirdiğinde, tüm kalbinizle buna vesile olan herkese teşekkür edeceksiniz.