Yerli alternatif sahnenin nevi şahsına münhasır oluşumlarından ELZ AND THE CULT, yeni EP’si SEX MACABRE’ı geçtiğimiz günlerde yayınladı. Tekno/endüstriyel/gotik ses diyarlarını komplike ve transgresif bir görsel kimlikle sentezlemeye devam eden EP’ye ve projenin yolculuğuna ilişkin sorularımızı bizzat ELZ’e ilettik, o da samimiyetle cevapladı.
Yeni EP’n SEX MACABRE her zamanki gibi tempolu, karanlık, bünyeyi harekete geçiren başarılı bir iş olmuş, kutlarım. Bu defaki seçkinin hikayesi nedir, nasıl ortaya çıktı, önceki işlerinle kıyasladığında yaratıcı sürecini nasıl eklemlendirdi? Pandemi dönemine denk gelmiş olması mesela…
Aslında biraz tatlı ve komik bir hikayesi var benim için. Aşırı hayranı olduğum ve işlerini yakınen takip ettiğim Angelspit’e sürekli yaptığım bazı şarkıları, demoları gönderiyordum ve üzerlerine konuşuyorduk. Birbirimizin işine karşı duyduğumuz hayranlık üzerinden güzel bir arkadaşlığımız başladı ve daha sonra bazı demolar üstüne birlikte üretim yapıp bir EP haline getirme kararı aldık. Aslında bu sene yayınlayacağım bir iş olmayacaktı SEX MACABRE ama süreç öyle ilerlemiş oldu. Bu benim ELZ ile birlikte bir süredir anlatmak istediğim bir hikaye, işlemek istediğim bir tema aslında. Transgression, cinsellik, sex-pozitif olma. Sahnede, işlerimde, görsellerimde cinsellik aslında hep geri plana attığım, sergilemekten anksiyete ve çekince duyduğum temalardı. Benim için bir nevi aslında ‘ölümcül’ geliyordu. Bu yüzden EP’ye SEX MACABRE demek istedim. Cinselliğin karanlık tarafını, benimle olan korkak ilişkisini ele aldığım bir çalışma.
ELZ AND THE CULT geçtiğimiz birkaç yıl içinde git gide daha görsel bir projeye dönüştü. İmajını baştan yarattın, müzik videolarınız sıklaştı, ELZ ismini her açıdan bir kuir goth-tekno estetiğiyle donattın. Peter Murphy’nin yapımcısı zamanında kendisine “İngiltere’de sanatçının müziği kadar imajı da önemlidir” demiş. Sence bir sanatçının kimliğinde imajın yeri nedir?
Aslında ELZ AND THE CULT tam olarak başladığı günden itibaren/daha aktif değilken bile hatta hep çok görsel bir projeydi. Sadece zaman ilerledikçe ben daha çok cesaret ve destek bulup daha marjinal denilebilecek, şaşırtıcı fikirlerimi sahnede ve dijital platformlarda sunabilmeye başladım. Herkes için değişen bir dinamik ve öncelik sanırım bu. Ben maksimalisme inanıyorum. İnsanların yüzlerine varlığım ve fikirlerimle çığlık atmayı seviyorum. Estetik haz ve görsel ifade sanırım beni ayakta tutan, canlı hissettiren en önemli şeyler.
Urge to Kill, Urge to Die‘ın videosunu The Prodigy efsanesi Keith Flint’in anısına adamışsın. O da kendi projesinin imaj yönü, görsel kimliğiydi bir bakıma. Merak ettiğim şey, hem müziğiyle hem imajıyla sana ilham veren, aydınlatan başlıca kahramanların kimler oldu ya da oluyor?
Küçükken Firestarter müzik klibini izleyip Keith gibi dans etmeye çalıştığımı çok iyi hatırlıyorum. Kendisi ekranda görebildiğim ilk freak denebilecek ikonlardan birisiydi. Müzik yapmaya ilk başladığımda ortaokulda vokallerimde de bir agresyon vermek istediğim için sürekli olarak kendisinin vokal tekniğini taklit ettiğimi hatırlıyorum. Çok ilham veren birisi olmuştu benim için – The Prodigy de öyle. Bana ilham veren gerçekten çok fazla şey ve kişi var ve sürekli değişiyor. Ama en erken dönem, küçüklüğümden hatırlayabildiğim üç ismi sayabilecek olursam Madonna, David Bowie ve Hannah Montana diyebilirim.
Günümüzde gotik estetiği yeni ve heyecan verici projelerde sık sık görüyoruz. Üstelik tek tarza sıkışmış kalmış gibi bir durum da yok: ELZ olarak işin daha tekno tarafındasınız, bu işin darkwave’i, post-punk’ı, hatta yeri gelince anaakım temsilcileri var. Alternatif sahne bu açıdan yeni bir rönesans yaşıyor olabilir mi?
Tam olarak emin değilim bu sorunun cevabından. Bana açıkçası hala belirli sınırlar içinde kalıyor gibi geliyor. Açıkçası son zamanlarda beni heyecanlandıran bir darkwave, post-punk projesi ile karşılaşmadım yerli sahnede. Üretimlerin sağlamlığı konusuna katılıyorum, severek dinliyorum ve takip ediyorum çoğu şeyi; fakat dediğim gibi ‘rönesans’ yaşanıyor diyebileceğim kutu dışı, yenilikçi pek işe rastlamadım.
Discipline videsunda kuir sahne ikonu Kiki Cicinash de yer alıyor. Anaakım medyada asla kendine yer bulamayan insanları, kimlikleri birleştiren bir yapısı da var gibi ELZ AND THE CULT’ın. Pandeminin iktidardan olmayan herkesi vurduğu, Anahit Sahne gibi güvenli diyebileceğimiz alanların kapandığı bu çağda sence birbirimize nasıl kenetlenmeli, ne yapmalı?
ELZ AND THE CULT’ın gerçekten kuruluş amaçlarından biri bu diyebilirim. Kendi eksikliğini çektiğim re-presentasyonu kendim yaratmak. THE CULT ismi buradan geliyor aslında. Çok küçük yaştan itibaren küçük sahnelerde konserlere, yeraltı sergilere giden birisi olarak hiçbir zaman kendimi tam olarak da güvende hissettiğim, flamboyant bir alan bulup konumlandıramıyordum kendimi. Şu anda evet çok zor bir süreçten geçiyor komünitemiz tam da bir peak yaşamaya başladı derken, fakat biz var oldukça alanlarımızı da yaratacağız diye inanıyorum.
Yanlış hatırlamıyorsam geçenlerde Instagram’da SEX MACABRE’ın ardından ELZ dışı projelere odaklanacağını ifade etmiştin. Neler bekliyor orada bizi, ELZ için şimdilik defter kapandı mı?
Hemen hemen konsept olarak 5, sound olarak 2 yıldır üzerinde çalıştığım bir yan projem var: Sissy Misfit. Bu projeyi artık aktif bir şekilde hayata geçirmek istiyorum. Beni bayadır heyecanlandırıyor. ELZ neredeyse 2016’dan beri durmadan release yapan bir proje, bu yüzden evet bir ara vermek, uzaktan izleyip nefes almak istiyorum, yoksa kendi parodisine dönüşen bir şey olacağından da ürküyorum. Ondan biraz ayrı kalmaya ihtiyacım var diyelim.
Şu sıralar çokça röportajda sorduğum kapanış sorusunu sana da ileteyim: 100 yıl sonrasında, “Müzik Efsaneleri” temalı bir parktayız diyelim, burada ELZ AND THE CULT da bir anıt taşta yaşatılıyor olsun. Bu anıtta karaladığın bir şarkı sözü yer alıyor olsa, bu sözü de kendi seçebilsen bu ne olurdu?
“The character i have built is dying and this monologue has meant nothing.”
ELZ AND THE CULT’ın Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.