Zaman zaman hayatın akışında savrulduğunu düşünenlere bir haberim var. Yalnız değilsiniz. Ben, en yakın arkadaşınız, sevgiliniz de zaman zaman bunu düşünüyoruz. Geçtiğimiz aylarda tanıdığım ve şarkılarıyla ettiğim sohbetten anladığım kadarıyla Elliot Moss da bu grubun içinde. Kendisini tanıdığım ilk andan itibaren o kadar sevdim ki siz müzikseverlerle de tanıştırmak istiyorum. 1993 yılında bir akrep burcu olarak Elliot Theodore Denenberg ismiyle dünyaya gelen Amerikalı müzisyen 2015 yılında yayınladığı Highspeeds albümünden “Slip” isimli single ile kulaklıklarda yerini aldı. Kulaklık diye özellikle belirtmemin sebebi, kulaklıksız yolculuğa çıkmanın mantıklı bir şey olmadığını düşünmem. Çünkü Elliot Moss yarattığı sound ile sizi hemen bir kara deliğin içerisine sürükleyip zamanda zıplayarak yolculuğa çıkmak için uygun bir atmosfer yaratıyor. Zaman zaman James Blake ve Chet Faker’ı hatırlatsa da gerçekten minimal seviyede kullandığı saykodelik elementlerle ve kat kat özenle işlenmiş vokalleriyle kendine özgü olmayı başarmış. Elliot Moss dinlerken kendinizi boşlukta hareket edemeden düşüyor gibi hissederseniz korkmayın; Moss’un işi bu. Her şey yolunda.
Sound olarak üzerine söylenecek çok şey olsa da; beni ilk seferde Elliot Moss’a bağlayan şey şarkılarında anlattığı hikaye. Sözlerindeki bıkkınlık, ve insanların onu uğrattığı hayal kırıklığını o kadar olgunca ele alıyor ki, gençliğinin baharında birisi olduğunu unutturuyor. Hayatı olduğu gibi kabullenmek olgunluk ise, Moss vazgeçmeyen yönüyle gençliğinin de gerektirdiğini yapıyor. 2017 yılında yayınladığı Boomerang albümünde, bir sevgilinin ardından koşup savrulduğunu anlattığı Closedloop isimli açılış şarkısında içine düştüğü kısır döngüyü anlatırken, “It’d be better if the world would all slow down, It’d be better if I knew then what I know now” bu döngüde nasıl değiştiğimize çok güzel dikkat çekiyor. Aslında ben bu değişmeye karşı bir direnç gösterdiğimizi düşünüyorum. Newton’ın eylemsizlik kanunu burda da etkili gibi geliyor. Closedloop bir aşk şarkısı olsa da insan olmanın doğasındaki bu eylemsizliği yenme hızımız ile dünyanın hızıyla her daim yarıştığımızı ve dünyanın hızına yetişmeye çalışırken nasıl yorulduğumuzu da anlatıyor.
Boomerang albümünün Samuel Burgess-Johnson tarafından tasarlanan kapağındaki mavi ve kırmızının sevişmesi albümün ahengini de gösteren bir sanat eseri olmuş. Albüm mavi ve kırmızının uyumu, aynı ileri fırlatılan bumerangın geri başladığı yere dönmesi gibi zıtlıkların uyumu üzerine kurulmuş bir atmosfere sahip. Sanatçı, sesine zaman zaman varlığıyla bazen de yokluğuyla destek olan enstrümanları kullanmasındaki ustalığı ile de ne kadar umut vaat eden bir prodüktör olduğunun da sinyallerini veriyor. Genellikle “Negative space” leri kullanarak şarkılarına başlayıp şarkıların doruk noktasında synthlerle veya gitarıyla o boşlukları öyle güzel dolduruyor ki, her şarkı kendi içinde bir müzikal olarak bir orgazmın resmine dönüşüyor.
Ben kişisel olarak Boomerang albümüyle çok vakit geçirdim. Ilk albümü Highspeeds ile kıyaslandığında daha bütünlüğü olan bir albüm. Highspeeds de ilk albüm olmasının açıkladığı tarz olarak bir karmaşa var. Ama bunu ben, Elliot Moss’un overdrive’lı gitarları, rock’n roll ritimlerini de çok güzel kullandığını görebilmemiz için bir fırsat olarak görüyorum. Faraday Cage, Big Bad Wolf bu yönünün başarılı örnekleri.
Her sanatçıya kalbimizde ve listelerimizde yer açmadan önce, (aynı birine aşık olmadan tek bir hareketine, özelliğine kafayı taktığımız gibi) o sanatçının bir eserine kafayı taktığımızı düşünüyorum. Benim de Elliot Moss’a bu kadar kafayı takmamın sebebi olan şarkı Falling Down and Getting Hurt isimli Boomerang albümünün son parçası. Albümün geri kalanındaki şarkılarda nasıl savrulduğunu anlatıyorsa bu EP’yi kapatırken, bu zorlukları Nietzsche vari bir yaklaşımla ele alıyor. Geçmişi olduğu yerde bırakıp; “Düştüm, yaralandım, ama yeniden ayağa kalkıyorum” mısralarını yüksek tempolu ve motive edici bir şekilde kulağımıza fısıldıyor.
Sizleri Elliot Moss ile elimden geldiğince tanıştırmaya çalıştım. Ama her arkadaşlık gibi buna da biraz zaman harcamanız gerekiyor sevgili okuyucu. Hayal dünyasını biraz daha anlamanız için bir Elliot Moss tweeti ile size keyifli dinlemeler diliyorum.