Hazırlayan: Gökay Sarı
Bugünlerde bir üretim eğer ki havalı, yaratıcı ve farklı ise ‘Indie’ oluyor…
“’Indie’nin kelime anlamıyla ve her şeyiyle ‘indie’(bağımsız) olduğu zamanları hatırlıyorum.” diyor, Sean McCabe.
Otuz beş yaşındaki New Yorklu sanat yönetmeni McCabe, “Gençliğimin ve yetişkinliğimin erken yıllarında, bütün zamanımı müzik marketlere gidip, saatlerce peşinde olduğum albümü arayarak geçirdim.” diye devam ediyor gülümseyerek. Ancak, “Şimdi işler değişti.” diye ekliyor buruk bir eda ile.
‘Indie’ terimi, normalde ‘independent art’, yani bağımsız, yapımcı şirketlerin ve etiketlerinin desteği olmadan, farklı, kültürel olarak zamanının ana akımının(mainstream) dışında kalarak üretilmiş olan müzik, film, edebiyat veya herhangi bir sanat eserini tanımlamak için kullanılıyordu.
indieWIRE, ‘bağımsız’ filmlere yoğunluk veren ve onlara dair içerik üretimi, paylaşımı gerçekleştiren bir web sitesi. Bu dijital platformun yöneticisi Eugene Hernandez, ‘Indie’ tanımının kendi kendine oluştuğunu, ancak kesin bir şekilde bireysel kayıt, yayın ve dağıtım eylemlerinin arkasında durduğunu belirtiyor. Sony ve Epic gibi büyük şirketler başta olmak üzere, hiçbir yapımcının veya dağıtım firmasının finansal ve lojistik desteği olmadan üretilmiş olan müzik, dergi, edebi eser, film ve benzeri tüm sanat icraatları ‘bağımsız’ olarak nitelendirilmekte, üreticisi de bu durumdan fazlasıyla gururlanmaktaydı.
Ancak ‘Indie’ tanımı, günümüzde öz anlamını fazlasıyla yitirmiş durumda, artık bir ürün ‘eğer ki havalı, yaratıcı ve diğerlerinden farklı’ ise ‘indie’ olarak anılıyor. Bugünlerde artık bir müzik türü, janra olarak kabul edilmekte olan ‘Indie’nin orijinal anlamıyla, yani ‘bağımsız üretim’ anlamıyla ortaya çıkışı ise 1970’lere kadar dayanıyor. Eğer bu tanımın orijinal halini, olabilecek en net şekilde açıklamak gerekir ise, ‘DIY!’ mottosundan faydalanabilirsiniz. “Do It Yourself!” (Kendi başına yap!)
‘DIY!’, 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında, müzikte ‘punk’ kültürünün önemli kurallarından biriydi. Punk kültürü de zaten başlı başına, ana akıma karşı duran ve ‘uyum sağlamayan’, sistemden ‘bağımsız’ olarak işleyen bir olgu. Pitchfork’un kurucusu ve editörü Ryan Schreiber, olgunun ortaya çıktığı dönemlerde ‘Indie’nin idealist ve kurumsallık karşıtı bir tavrı olduğunu da belirtmeden geçemiyor. İlk olarak ‘punk’ müzisyenleri ile birlikte ortaya çıkan bir ‘kavram’ olmasına da şaşmamak gerekiyor bu sebeple.
1980’lerin sonlarına doğru, ‘Indie’ terimi artık başlı başına bir ‘etiket’ olmuştu. Ana akım ve popüler olanın karşısında yer alan sanatçıların tamamı, kendi emekleriyle kaydedip, basıp, dağıtımını gerçekleştirdikleri ürünlerinin kapaklarında ‘Indie’ terimini tıpkı bir yapımcı şirketin etiketiymiş gibi kullanıyordu. Dönemin müzik severleri de bu müzisyenlere destek olmayı öncelik haline getirmişlerdi. Bağımsız bir şekilde üretimini gerçekleştiren sanatçılar, emeklerinin karşılığını da ‘nakit’ olarak yavaş yavaş almaya başlıyorlardı. Ancak ‘bağımsız’ olarak gerçekleştirilen üretimin çoğunun üreticisi kâr amacı gütmüyordu. Yapımcı şirketlerin sözleşmelerinden, şartlarından ve ‘baskısından’ bağımsız oldukları için de, sanatlarını diledikleri şekilde icra edebiliyorlardı. ‘Indie’ akımı, o an için, ana akım ve popüler kültür ile dövüşecek seviyede olmasa da, istikrarlı bir şekilde büyüyor ve yayılıyordu.
Indie’nin Anlamsal ve Kavramsal Evrimi
1970’lerin başında, ‘punk’ kültürü ile birlikte büyümekte olan ‘Indie’nin isyankar, yaratıcı, estetik ve ‘kendi başına yap!’ mottosundan ayrılması ile daha az ‘anlam’ taşıyan bir şeye dönüşmeye başlaması, yine ana akım ve ticari kaygıları bulunan büyük, kurumsal yapımcı şirketler yüzünden meydana geliyor.
Döneminin bağımsız ve başarılı bir müzik grubu olan New Yorklu Interpol, ürünlerindeki ‘Indie’ etiketini bırakıp büyük plak şirketi Capitol ile sözleşme imzaladığında (2006), grubun sanat yönetmenliğini gerçekleştirmekte olan McCabe, “Indie kavramı anlamını yitirmeye 1990’ların sonuna doğru başlamış olsa da, ben ilk olarak Interpol’ün müziğinde meydana gelen değişimler sonrasında yakından fark ettim.” diyor. Müzikal ve ticari olarak tamamen ‘bağımsız’ olan Interpol, artık ticari olarak bir şirketin sözleşmeli elemanıydı. Grubun hali hazırda dinleyicisi olan kitle, artık albümleri daha pahalıya satın alacaktı. Indie’nin müzikal olarak benimsediği kavramlardan olan ‘isyankar’lık eksilmeye başlamış, Interpol’ün üretimi de Capitol’un istekleri ve ticari kaygıları doğrultusunda şekillenmeye başlayarak, ana akıma yaklaşmıştı.
Eleştirmenlere göre, ‘Indie’ artık bir ‘pazarlama aracı’ olarak kullanılıyor. Fazlasıyla ticari ve kâr amaçlı bir hareket olarak kabul ediliyor. ‘Indie’nin bir alt kültür kavramından ziyade, ‘ticari bir imaj’ olarak, büyük yapımcı şirketler tarafından yönlendirildiği belirtiliyor. 2006 yılının Mayıs ayında, Montreal merkezli bağımsız bir film yapımcısı ve yönetmen olan Dave Cool, “What is Indie?” isimli bir belgesel çekerek, üretimini ‘bağımsız’ olarak gerçekleştiren müzisyenlerle birlikte ‘Indie’ kavramının öz anlamını sorgulamış ve açıklamaya çalışmıştı. Cool, belgeselinde büyük yapımcı şirketlerin ve etiketlerinin hızla ‘bağımsız’ yapımcıların üzerine çöktüğünden bahsediyordu. Küçük çaplı ve ticari kaygıları pek fazla bulunmayan film ve müzik stüdyolarını satın alan büyük ve kurumsal şirketler, satın aldıkları veya anlaşma imzaladıkları şirketlerin imajını ve adını değiştirmeden piyasaya sızıyorlardı. Film piyasasında, ‘bağımsız’ ürünler ‘maliyet’ açısından şüphesiz ki Hollywood ile yarışacak düzeyde değillerdi, bu yüzden kurumsal şirketlerin çoğu önceliğini müzikal etkinlik gerçekleştiren ‘bağımsız’ üreticilere vermişti. Bunun başlıca sebeplerinden biri ise, Nirvana…
Büyük kurumsal şirketler, ‘Indie’yi ana akıma dahil etmenin peşinde…
Büyük yapımcı şirketlerin, ufak ve bağımsız şirketleri satın almaya ve yönetmeye başlamasının sebeplerinin başında Nirvana yer alıyor. Washington eyaleti, 1990’ların ortalarında Kurt Cobain ve ekibi tarafından şaşkına dönmüştü. Müzikal üretimine ve kayıtlarına bir evin garajında başlayan Nirvana, işin başındayken kayıtlarının ve ürünlerinin dağıtımını kendi başına hallediyordu. Etiketlerden bağımsız bir üretim gerçekleştirip de böylesine tanınan, ilk ve tek grup olmuşlardı belki de. Grubun hali hazırdaki başarısına, bir de 1994 yılında solist Kurt Cobain’in intiharı eklenince, Nirvana’yı artık dünyada tanımayan kalmamıştı. Ana akım ve popüler kültüre hizmet eden radyolar ile plak şirketleri, Nirvana’nın ‘isyankar, farklı, yaratıcı’ müziğinin de ‘popüler’ olabileceğini fark ettiler.
90’lı yılların başında Nirvana ve Sonic Youth gibi grupların popülaritesi sadece yapımcıları değil, üreticileri, yani müzisyenleri de etkilemişti. Bu sebeple ortaya Modest Mouse, Death Cab for Cutie ve Yeah Yeah Yeahs gibi ‘indie’ grupları ortaya çıkmıştı.Aynı etki, film endüstrisinde ise Quentin Tarantino’nun “Pulp Fiction” eseriyle elde ettiği başarının ardından da görüldü. 2000’lerin başında ise, hem müzik hem de film piyasasında yer alan ‘bağımsız’ üreticiler ile birer birer kurumsal yapımcı şirketler arasında ile sözleşmeler imzalamaya başlandı.
Pekala, “bu durumun neresinde sıkıntı var?” diye soracak olursanız eğer, şöyle ki, ‘Indie’nin öz anlamı, yani ‘bağımsızlık’ ortadan kalkmış oldu. Yine ‘Indie’nin, kavramsal olarak içinde barındırdığı ‘ana akıma ve popüler kültüre’ ters tavrı da seyrelmeye başladı, zira kendisi popüler kültürün bir parçası haline gelmeye başladı. Büyük kurumsal şirketler, ‘Indie’yi ticari bir imaj olarak tekrar şekillendirdiler. Çünkü artık işin içinde yasalar ve kurallar vardı. Daha önce “Rape Me” diye bir şarkı yapabilen bir grup, sözleşme imzaladığı şirketin kurumsal imajı doğrultusunda hareket etmek zorunda kalacak ve sınırlandırılacaktı. Şarkısının adı artık en fazla “Kiss Me” olabilirdi. Radyolar, bağlı oldukları devletin ve yönetimlerinin kurallarına uymak zorundaydı, bazı radyolar “Kiss Me”yi bile çalamayacak durumdaydı. Albüm kapaklarından tutun da video kliplerine kadar, gerçekleştirilen üretimin her alanında bir sınırlama söz konusuydu. Tüm bunların yanı sıra, kurumsal şirketller yüz binlerce ve milyonlarca ‘kopya’ basıyor ve dağıtıyordu. Öncelikli amaçları kâr elde etmek olan bu şirketler, ticari kaygıları doğrultusunda da ürünlerin imajlarını şekillendirmek zorundalardı. Yani, o dönem popüler olan olgulara göre, “Kiss Me” değil de “Touch Me” adındaki bir şarkı daha çok satacak ise, şarkınızın adı “Touch Me” olmak zorundaydı.
Ticari kaygılar, her zaman olduğu gibi, dahil olduğu her alanı şekillendirmeye ve özüne zarar vermeye devam ediyor. ‘Indie’nin popülerlik potansiyeli ve yapımcıların girişimleri, yatırımları ile birlikte oldukça uzun geçmişe sahip olan bir ‘alt kültür’ü tabiri caiz ise hızla ‘deforme’ ediyor.
İnternet, Indie’nin büyümesine yardımcı oluyor…
Gelişen teknoloji sayesinde, ‘iletişim’ günümüzde en rahat kullanılan olgulardan bir tanesi. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış kullanılıyor orası elbette tartışılır. Ancak, ‘sosyal medya’ aracılığı ile neredeyse herkesle, her konuda iletişime geçmek oldukça kolay. Bu durum, “Do it yourself!” mottosuyla yola çıkmış üreticiler için de geçerli. 1995 yılında, belki de stüdyo ortamında, yüksek maliyetler ile elde edilen bir kaydı, bugün ev ortamında elde etmek bile mümkün. Youtube’da, her gün yeni bir müzisyen görüyoruz desek yeridir. Ancak kurumsal şirketler her yerde, Justin Bieber ve pek çok ‘youtube ünlüsü’ örneğinde olduğu gibi, bugün insanlar dijital platformlarda paylaştıkları ürünlerinin ardından, dünyaca ünlü kimselere dönüşebiliyor ve popüler kültürün, ana akımın çarklarından biri haline gelebiliyorlar…
(Yararlanılan Kaynak: Yukarıdaki metin, ‘CNN’ muhabiri ‘Catherine Andrews’in, ‘Sean McCabe’ ile gerçekleştirdiği röportajın orijinal dilinden çevrilerek, tekrar düzenlenmiştir.)