Geçtiğimiz haftalarda Netflix’e gelmesiyle gündemde, kendine oyuncuların ne kadar para aldıkları ya da herkesin ne kadar meşhur olduğu gibi başlıklar dışında pek de fazla yer bulamamış bir film Don’t Look Up. Adam McKay’in yönettiği film ağır bir kara komedi ve politik eleştiri filmi olarak sınıflandırılıyor. Trump döneminin eleştirisinin yanı sıra günümüzde insanların gerçek bilgi edinme ile ilgili yaşadıkları kafa karışıklıkları filmdeki önemli konulardan.
Filmin başında dünyaya çarpmak üzere olan bir kuyruklu yıldız keşfediliyor ve hesaplara göre yakın bir gelecekte bu kuyruklu yıldızın dünyanın sonu olacağı kesine yakın bir oranda belirleniyor. Süreç tam da bu noktada başlıyor, haber siyasetçilerin eline geldiğinde ilk başta ciddiye alınmıyor ve ardından medya kanalıyla yayılmak istenince de engellemelerle karşılaşıyor. “Dünyanın sonunu getirebilecek bir bilginin halktan para uğruna ya da iki ay sonraki seçim uğruna saklanması çok büyük bir vicdansızlık” diyoruz filmi izlerken, peki ya bugün artık neredeyse gündelik konuşmamız haline gelmiş olan “bizden sayıları gizliyorlar” konusu da benzer bir korkunçluk seviyesine sahip değil mi? Elbette ki öyle ama içinde yaşadığımız hayat izlediğimiz bir kurgu olmadığından endişe seviyemiz hayati faaliyetlerimizi devam ettirebilmemiz uğruna daha düşük kalıyor. Filmde insanların dünyanın sonunun geleceğini söyleyen kişilere deli muamelesi yapmalarını şaşkınlıkla izliyor ama yaşadığımız dünyada komşumuz “korona diye bir virüs yok, aşıyı da bize çip takmak için buldular” dediğinde ya da sosyal medyada veganlarla dalga geçenleri gördüğümüzde yalnızca gülüp geçiyoruz. Aslında hepsi benzer tehlikelere sahip, filmdeki insanlar dünyanın sonunun geleceği günü bilseler bizim filmdeki baş karakterlerimiz gibi sevdikleriyle güzel bir akşam geçirerek bitireceklerdi belki hayatlarını ya da bugün insanlar korona ile alakalı komplo teorileri yaratmayıp önlemlere uymayı tercih etseler belki pandemi ile ilgili bazı gelişmeler kat edilecekti. Filmdeki eleştirilerin merkezinde yer alan bu insan kitlesi elbette özellikle Amerika’daki Trumpçılar. Onlar da Trump tersini iddia ettiği için tüm bilimsel bilgileri reddeden, gerçeğe gerçek gökyüzünden dünyaya gelmekte olan 10 km çapında bir kuyrukluyıldız olsa bile gözleriyle görmedikçe inanmayan bir kitle.
Leonardo DiCaprio ve Jennifer Lawrence elbette çok fazla konuşuldu bu süreçte ama üzerinde durmadan geçmek istemediğim iki karakter var: Jonah Hill ve Cate Blanchett. Jonah Hill ve komedi ikilisi yıllardır kuşku götürmez bir ikili ve bunu Jonah Hill birçok filminde tekrar tekrar kanıtladı. Don’t Look Up’taki oyunculuğu ile de ne kadar başarılı bir komedi oyuncusu olduğunun altını bir defa daha çizdi diyebiliriz. Hangi sahnede hangi sözü varsa, belki tek bir an belki tek bir söz hiçbirini pas geçmedi tüm film boyunca. Cate Blanchett ise hayranlarının karşısına daha ne kadar farklı bir rol oynayabileceğini göstermek istercesine muhteşem bir sunucu rolüyle çıktı bu sefer ve her sahnesinde parıl parıldı.
Filmde bilim-siyaset-ekonomi üçgeni en acımasız gerçekleri göz önüne koyarak anlatıldı ve adeta bir buçuk saatmiş hissi veren bir iki buçuk saat yaşadık, bu yüzden filmin ritminin doğruluğunu da övmeden bitirmek istemiyorum. Karşımızda unutulmaz oyunculuklar, şaşkınlık veren bir senaryo olduğunu söyleyemeyiz tabii ki. Ama vadettiklerini fazlasıyla yerine getiren, gereksiz anlara mümkün oldukça girmeyen bir film olduğu için Don’t Look Up bittiğinde tatmin olmuş biçimde ayrıldığım bir deneyim oldu diyebilirim.