Hazırlayan: Yankı Yıldırım
Son zamanların en çok konuşulan dizisi tartışmasız Westworld. Senaryosunu Jonathan Nolan’ın Lisa Joy ile birlikte kaleme aldığı dizi, oyuncu kadrosuyla, kurgusuyla ve müzikleriyle izleyenleri kendine çekmeyi başardı.
Anthony Hopkins, Ed Harris, James Marsden, Jeffrey Wright ve Evan Rachel Wood gibi oyuncuları görünce, bir de dizinin dudak uçuklatan bütçesinden haberdar olunca ortaya harikulde bir iş çıkacağının ipuçlarını almıştık.
Vahşi batının bir “eğlence parkı”na dönüştüğü ortamda, bu dünyayla özdeşleşen her şey var elbette; sarıdan kahverengiye çalan renkler, atlar, silahlar, ödül avcıları, kovboy şapkaları… Tüm ayrıntıların ince ince düşünüldüğü, zenginlerin eğlendirilmesinin amaçlandığı bir parkın yaratıcısı ise artık iyiliğimizi düşündüğüne pek da inanmadığımız “teknoloji.” Teknoloji, içimizde yer alan iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarını bir süreliğine sorgulamayı bırakmamızı ve ruhumuzda aslolan ne varsa bu oyunda dışa vurmamızı istiyor; haliyle “etik” denen kavram paramparça olurken yerini tarifi imkansız bir zevk alıyor. Zevk, insanoğlunun en büyük zaafı elbet.
İnsan eliyle bu noktalara gelen ve teknolojinin tüm nimetlerinin sınırsızca kullanıldığı bir oyunda, oyunun bütün kontrolü ele geçirme ihtimali, akla gelmeyecek bir ihtimal midir? Başta tartışmaya açık denebilir; ancak sana vaat edilen şey, her şeyi yapabildiğin buna rağmen ölmediğin bir dünya olunca bu ihtimalin küçümsenmeyecek bir ihtimal olarak yeniden karşımıza çıktığı açık.
Müziğin Westworld dünyasındaki yerine gelince, piyanonun bu dünya ile özdeşleştiğini söylemek yerinde olur sanırım. Bu özdeşleşmenin esin kaynağı Kurt Vonnegut’un distopik bir gelecekte insanlığın tamamen otomatikleşeceğine vurgu yapan ilk kitabı olan “Player Piano”.
Dizinin müzikleri ise Ramin Djawadi’ye ait; kendisi Game of Thrones müziklerinin de yaratıcısı olan bir deha. Bu sayede diğer bir HBO dizisi olan Game of Thrones’a da selam yolluyoruz; ama dizide yer alan ve Game of Thrones’a ait tek izin bu olmadığı gözlerden kaçmıyor tabi ki. Dr. Robert Ford’un ofisindeki gördüğümüz yüzler de bize “Many Faced God”ı işaret ediyor.
Şarkıların coverlanması fikri ise diziye farklı bir atmosfer katan ayrıntıların başında geliyor. Silahların havada uçuştuğu bir sahnede Paint It Black’in muhteşem bir versiyonunu duymanız mümkün. Bunun haricinde, No Surprises, Black Hole Sun ve A Forest da karşımıza nerde ne zaman çıkacağını bilmediğimiz sürprizlerden sadece birkaçı.
İlk sezonuyla fazlasıyla sevilen dizinin devam edeceği ve kendisine hayatımızdan uzun saatler ayıracağımız şimdiden konuşulmaya başlandı. Beklemeye koyulalım, ne de olsa buna değeceği kesin.