Bir şey oluyor ve bir anda seçtiğin her şey yanlış, seçmediğin her şey doğru, vazgeçtiğin her şeyden pişman, tutunduğun her şeyden şüphe duyabiliyorsun. Her insan hayatının tam ortasına milat diye çizilen çizgileri kendi sisteminde kader olarak yorumlarken bu çizginin tüm insanlığın ile aynı gün aynı dakika çakıştığını bir düşünün. Bu ancak ilahi bir düzlemde mümkün diyip dini tanımlamalarla açıklık getiriyor olmak epey rahatlatıcı olabilir tabii. Peki biz artık soru sormak istemiyorsak ne olacak?
The Leftovers tam da bu düzlemde bir kaos dizisi. Tom Perotta‘nın yine aynı isimli romanından uyarlama olan bu dizinin yapımcısı ve yürütücüsü aynı zamanda Lost’un da yapımcılarından olan Damon Lindelof. Konusu ise dünya üzerindeki insanların %2’sinin bir anda yok olması akabinde gidenlerin ve kalanların hayatları. Rapture, yani taşınma, Hristiyan teolojisinde gelecekte yaşanacağı inanılan ve İsa’nın müritlerini cennete götürmek için Dünya’ya inmesi olayı üzerinden bir tanım. Hristiyanlık’ta bu doğaüstü durum akabinde dünyanın felaket, daha sonra da milenyum denilen döneme gireceğine inanılıyor ve dizinin konusu da yine bir çeşit Rapture üzerine kuruluyor.
Bu diziyi esas ilginç yapan şey ise ortada olan bu büyük olaya dair cevapsız koskoca bir soru olmasına rağmen izleyiciyi bununla artık ilgilendirmeyecek kadar bambaşka şeylere sürüklemesi. Çünkü hayatın her alanında dikkat bu kadar rahatlama üzerine iken bir olayın neden olduğunu ya da olamadığını seyirciye önemsizleştirmek ve merakı yok etmek çok zor bir iş. Dünyevi nedenselliklere bağlı kalmadan hayatları ve ilişkileri ortaya koyarken, bu denli felsefi yoğunluğa sahip duygu aktarımlarını da ancak Lisa Richardson gibi biri başarıya ulaştırabilirdi. Richardson dizinin baştan sona müzik süpervizörlüğünü yapmış seçimlerini de konulara göre itina ile gerçekleştirmiş olacak ki en az dizinin kendisi kadar müzikleri de gündeme bomba gibi düştü.
Bu müzikleri özel kılan şey kendi hikayeleri ile her sekansın konusunun birebir ilişkili olması. Mesela dizinin ilk bölümlerinde Hristiyan rock müzik öncüsü Larry Norman‘ın “I Wish We’d All Been Ready” si çalıyor. Açılış parçası olarak verilen bu parçada isminden de anlaşılacağı üzere insanoğlunun zaman içerisinde kendi ölüm fikri ile imtihanını dile getiriyor aslında. İlerleyen bölümlerde ise mesih sıfatı verilen Kevin’ı gördüğümüz sahnelerin birinde The McIntosh County Shouters‘ın “Sign of Judgement” e götürülüyoruz. Bu şarkı Amerikadaki Afrika kökenli köleliğe işaret ederken bölüme bir bildiri olarak gelir ve uyarı olarak geri çıkar. Bunların yanında sözlerine eşlik edeceğiniz ve büyük ihtimalle beraber büyüdüğünüz kitsch şarkılar da duyuyorsunuz. Ne mi? Queen “We Will Rock You.”dan tutun James Blake “Retrograde”e, Depeche Mode “Personal Jesus”tan Maxence Cyrin “Where is My Mind”a ve nicelerine doğru zamansal yolculuğa çıkarılıyorsunuz. Bunları tekrar tekrar tavaf etmek isteyenlere aşağıda linklerini paylaşıyorum.
Gel gelelim diziye esas damgayı vuran kişi Max Richter‘e. Alman asıllı besteci çağdaş klasik, minimalist ve ambient alanında çok güzel işlere imza atarken The Leftovers’da da bizi hiç şaşırtmıyor. Dizinin bölümleri ilerledikçe İncil ve dinsel metaforlu müzikler daha çok yer kaplamaya başlıyor ve bu ruhani temalar içerisinde her imgesel nüansın içsel bir model oluşturuyor. Özellikle The Departure, Dona Nobis Pacem ve She Remembers gözdelerim. Tadımlık olanları aşağı bırakıyorum. Dinlemeye başlayınca daha fazlasını isteyeceğinizden ve bulacağınızdan eminim.
01 The Leftovers (Main Title Theme) 0:00
02 The Departure 1:35
03 Afterimage 1 2:51
04 De Profundis 4:23
05 Only Questions 9:28
06 Dona Nobis Pacem 1 10:46
07 Afterimage 2 Max Richter 14:34
08 Departure (Reflection) 15:43
09 Dona Nobis Pacem 2 17:38
10 Family Circles 20:58
11 A Blessing 22:00
12 She Remembers 24:32
13 Departure (Lullaby) 28:22
14 Illuminations/Clouds 30:20
15 Afterimage 3 31:54
16 Departure (Home) 34:58