Hazırlayan: Yankı Yıldırım
Onlarca dizi, yüzlerce film var elbette. Her biri, soundtracak konusunda kendisini fazlaca geliştirmeye başladı. Şarkılar, sanatçılar ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, yapılan iş iyi değilse ya da şarkı doğru zamanda çalmaya başlamadıysa iyi olan şeylerin zerre önemi kalmıyor.
The Handmaid’s Tale dizisi, yazar Margaret Atwood’un 1985 yılında aynı adlı romanından uyarlama. Bu roman aynı zamanda eleştirmenler tarafından en iyi distopik romanlar arasında gösteriliyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Gilead’ın içinde bulunduğu baskıcı sistemi anlatan kitabın dizi uyarlaması kelimenin tam anlamıyla şahane! Elisabeth Moss, Joseph Fiennes, Yvonne Strahovski, Samira Wiley gibi oyuncuların bu şahanelikte payı büyük.
Bu distopyada, insan ırkının risk altında olması sebebiyle tüm doğurgan kadınların bir araya getirilerek gebe bırakılması gerektiğine karar verilir. Tabii ki alelade kişiler tarafından değil; yüksek makamlar tarafından!
Kitap okuması, sohbet etmesi, farklı giyinmesi, spor yapması, çalışması, kredi kartı kullanması, mutlu olması, eşcinsel olması, aşık olması… yasak olan kadınlar “iki ayaklı rahimler”den ibarettirler artık. Düşüncelerini, hayallerini, özgürlüklerini kırmızı bir pelerin ve beyaz bir şapkanın altına hapsetmiş; totaliter rejimin kölesi olmuşlardır.
İzlerken insanı sinirden ve hırstan deliye çeviren dizinin bunu başarmasının nedeni tabi ki gerçekçiliği ve bu gerçekçiliği beyin kıvrımlarına kadar hissettiren müzikleri!
Dizinin baş karakteri olan Offred (Elisabeth Moss)’in diğer damızlık kızlar gibi sürüklendiği boyun eğme halinin aslında deli bir isyanı barındırdığı tabi ki şarkılarla ortaya çıkıyor.
Jay Reatard’ın “Waiting for Something” şarkısı ile Offred’in mavi gözlerine kazınmış öfkeyi görüyoruz ve punk müziğe varlığı için şükrediyoruz.
Peaches ise “Fuck the Pain Away” içimizdekileri birbirine katıyor.
Bir şeylerin harika olduğu, şu birkaç şarkıda kendini belli ediyor zaten. Bir koyun sürüsünden farklı olan kadınlar isyan edemezken şarkılar sonuna kadar isyan ediyor ve başkaldırının ipuçlarını veriyor. Şarkılar asla yalan söylemez.
İnsancıl olan her duygunun köreltildiği bu ortama uygun şarkılar da var tabii ki; “Erupting Light” korkunç bir idam sahnesinde karşımıza çıkıyor. Gücü eline geçirenlerin bu gücü insanlıktan ne kadar uzak şekilde kullandığını acımasızca yüzümüze çarpıyor. “Dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesi için” palavrasının altında yatanlar kan donduruyor.
Ve aşk tabii ki. Aşk bir madde değildir; katı veya sıvı olan. Aşk, bir yere kapatılamaz, saklanamaz, yok edilemez, unutulamaz, inkar edilemez ve yasaklanamaz. “Nothing’s Gonna Hurt You Baby” de tam olarak bunu hissettiriyor işte.
Her biri farklı bir ana cuk diye oturan şarkılar haricinde ünlü mizsyen Adam Taylor tarafından dizi için özel olarak hazırlanmış bir soundtrack listesi de mevcut; on yedi şarkıdan oluşan bu liste, duvarlarından kanlar akan Gilead distopyasında yaşıyormuş gibi hissettiriyor.
“Kadınların damızlık olduğu, tüm haklarının ellerinden sökülürcesine alındığı, değil bir meslek sahibi olup kendi ayakları üzerinde durmak, bir fikre sahip olmalarının bile imkansız olduğu bir düzende dünyaya çocuk getirip insan ırkının devamını sağlamanın hangi tarafı iyi olabilir ki?!” diye sorgularken kendinize şu cevabı verin;
Yüksek makamlar her şeyin en iyisini bilir!