Hazırlayan: Deniz Ekim Tilif
Coen biraderlerin senaristlik/yönetmenlik anlayışlarının en sevdiğim yönü, diğer bütün meslektaşlarından sıyrılan kara mizah ve kara film anlayışlarını aynı potada, ağırbaşlı bir çılgınlıkta ve özgün şekilde eritebilmelerindeki başarıları. Tabii burda söz konusu olan 2 unsurun dengelenişi tüm filmlerinde sabit değil. “Coen kara mizahı”nı oluşturan tip, vaka ve diyalogların gülünçlüğü bir iki istisna hariç (No Country for Old Men, True Grit vb.) tüm filmografide ön planda, kara filmin ise kimi örneklerde (Hail Ceasar!, The Hudsucker Proxy vb.) esamesi dahi okunmuyor. Ama diyebiliriz ki Ethan ile Joel Coen’in yaşama ve insanlara karşı takındığı alaycı varoluşsal tavır öyle ya da böyle bütün filmlerine sinmiş durumda.
Coenlerin 30 küsur yıllık geniş filmografide zayıf noktalar da var güçlü noktalar da. Güçlü noktalar sayıca biraz daha çok olduğundan favorim konusunda da hep kararsız kalırım. Genelde 2 rakip baş başa birbirini çekiştirir durur: Jeff Bridges ve John Goodman’ın müthiş kimyasıyla The Big Lebowski ve kurgu şahikası Fargo. Özellikle Fargo’yu gözümde çekici kılan esas etmen, tam da ilk paragrafın başında bahsettiğim 2 unsurun müthiş dengesidir. Film gözümde böylesine değerli olduğundan, bundan 3 sene evvel bir dizi uyarlamasının çekileceğini duyduğumda oldukça endişelendiğimi tahmin edersiniz. Buna rağmen çevreden işittiğim övgülerle bu taze yoruma bir şans vermeye karar verdim.
Sene 2017 olduğuna göre rahatlıkla söyleyebiliriz ki Fargo’nun dizisi, projenin patronu Noah Hawley için tam bir ustalık eseri. Coenler artık sadece yapımcı koltuğunda oturuyor olabilir, lakin 3. Sezonu geride bırakırken karşımızda duran şeyin Coenlerin mirasına saygılı, dengeyi bulmuş, zekice kurgulanmış, vahşi, komik ve sağlam oyunculuklar içeren bir evren olduğunu görebiliyoruz. Müzikler de taş gibi! Ama o kısma biraz sonra değineceğiz.
Fargo, filmi yeniden çekmek gibi gafilce bir hataya düşmüyor, tersine filmdeki olayların bir “gerçek” şeklinde köşede durduğu, her sezonda taş üstüne taş konularak genişleyen bir hikaye anlatıyor, “büyük resmi” çiziyor. Bunu yaparken de kah The Big Lebowski’deki bovling sahnesine saygı duruşu işlevi gören bir sahnede olduğu gibi Coen filmografisine göndermeler taşıyan sekansları önümüze koyarak gülümsetiyor, kah eski sezonlarla ve filmle köprüler kurarak şaşırtıyor, kah vahşetiyle şoka sokuyor, kah alttan alta hayata dair sorular sorup düşündürüyor bizi.
Filmin vahşiliğini ve Murphy kanuncu anlayışını ararsanız burada, o özgün absürd komedisini ararsanız burada, epik ve hatta yer yer fantastik skalasını ararsanız o da burada. Oyunculuklar ve senaryo müthiş. “Sezonun kötüsü” kontenjanında bilhassa 1. sezonun Lorne Malvo’su Billy Bob Thornton ve 3. sezonun V.M. Varga’sı David Thewlis tek kelimeyle harikalar yaratıyor, cümle aleme bir başlarına oyunculuk dersi veriyorlar. Martin Freeman, Colin Hanks, Kirsten Dunst, Nick Offerman, Ted Danson, Ewan McGregor ve Mary Elisabeth Winstead dizi kadrosunda yer alan diğer isimlerden bazıları. Bütün bunlara filmden bildiğimiz karlı/kanlı manzaralar ve Coenlerin bir eğlence unsuru olarak yarattığı “Bu gerçek bir hikayedir.” başlıklı giriş yazısı da dahil olunca her bölümü ve sezonu bağımsız film kalitesinde bir iş çıkıyor ortaya.
Müzik seçimi Fargo’yu Fargo yapan bir diğer unsur. Hem gergin geçen dakikalarda hem de karlarla örtülü kuzey ABD’nin nefes kesen manzarasında adeta anın canlılığını yakalayan güzel bir repertuarı var dizinin. Country türündeki Amerikan klasikleri dizinin yöresel unsurlarını iyi yakalıyor, öte yandan sürpriz seçimler de mevcut bu repertuarda. Heart’tan Fleetwood Mac’e, Jethro Tull’dan Creedence Clearwater Revival’a, Pink Floyd’tan Black Sabbath’a, Gogol Bordello’dan Santana’ya ve daha nicelerine yelken açan bu epik yolculuğa davetlisiniz. Fargo’nun 3. sezonu bu hafta sona eriyor. Devamının gelip gelmeyeceği henüz netlik kazanamamış bir mesele. İzleyemediyseniz bu yaz akşamlarında maraton yazmak için güzel bir bahaneniz var. Coenlerin filminden başlayın. Güzel ve tekinsiz bir müzik gibi gelip geçecek hepsi.