DITZ ile Söyleşi: “Her Gün Vitamin Alıyorum”

Brighton’lı deneysel post-punk ekibi DITZ, ikinci albümleri Never Exhale‘ı geçtiğimiz ay yayınladı. Grupla 10 Şubat’ta gerçekleşen Berlin Lido konserlerinin öncesinde kuliste buluşup samimi ve bir o kadar da kaotik bir sohbete imza attık.

Nasılsınız, turne nasıl gidiyor?

Cal Francis: Şimdilik gayet iyi gidiyor, ama daha yeni başladık. İleride işler patlayabilir de, güme de gidebilir.

Jack Looker: İlk üç konserde katılım beklenmedik derecede yoğundu ve harika geçti. Hepsi eşit derecede iyiydi, ama Madrid en unutulmazıydı. Kapalı gişe çıktık.

Sam Evans: Bu bizi bayağı şaşırttı, beklemiyorduk.

Caleb Remnant: Çılgıncaydı.

CF: Üstelik daha önce oraya sadece bir kez gitmiştik.

Oldukça yoğun bir programınız var, değil mi?

SE: Evet. Turnenin başında kendi minibüsümüz, amfilerimiz, davul setimiz olmadan yola çıktık. Direkt konserden konsere uçuyorduk. Bu yüzden asla tam olarak rahat hissedemedik, alıştığımız ekipmanlar yanımızda değildi. Garip bir şekilde turne esas bugün gerçekten başlamış gibi geliyor. Ama o ilk üç konser müthişti. Bir de sıcak ülkelerden aşırı soğuk ülkelere geçiş yaptık, ona da alışmaya çalışıyoruz (gülüyor).

CF: Çok da söylenmeyelim, Brighton şu an eşit derecede soğuk.

SE: Öyle mi?

CF: Evet, aynı sıcaklıkta şu an.

Umarım kendinize iyi bakıyorsunuzdur. Henüz kimse hasta olmadı, değil mi?

Hepsi: Yok, yok.

JL: Her gün vitamin alıyorum.

Sürekli turnede olan, yerinde duramayan bir grup olarak boş zamanlarınızda rahatlamak için neler yapıyorsunuz?

JL: Sauna ve spa mükemmel geliyor. Dün saunaya gittik, inanılmazdı. Sonrasında da bolca içki içtik. Genelde önce içiyoruz, içtiğimiz için kendimizi kötü hissedince de spa’ya gidiyoruz. Almanya’daki spa ve saunalar gerçekten harika.

SE: İlk defa bisiklet aldım, hemen şurada duruyor (kulisteki bisikleti gösteriyor). Bugün aldığım en iyi karardı. Berlin’i bisikletle dolaştım, bir plak dükkanına uğradım, sonra da bisikletçiye gittim. Çok memnunum. Biraz yalnız kalmak, kafayı boşaltıp şehri keşfetmek iyi geliyor.

CF: Ben her seferinde koşuya çıkıyorum. Bugün de soundcheck’ten sonra çıkıp biraz koştum. hem kendine biraz zaman ayırmak hem de turnenin getirdiği fiziksel yorgunluğu biraz hafifletmek için daha iyi bir yöntem bilmiyorum.

CR: Ben de şehrin içinde kaybolmayı seviyorum. Rastgele dolaşıp kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. Yeni bir yerİ keşfetmek güzel oluyor.

Hadi ikinci albümünüz Never Exhale hakkında konuşalım. Albümden biri ortaya çıkarması en kolay, biri en zor olan iki şarkıyı seçseniz bunlar hangileri olurdu?

JL: (düşünüyor) Bilmiyorum, en kolayı için “Taxi Man” diyecektim ama—

CR: Başlangıçta kolaydı.

CF: Evet. En zoru bence “The Body As a Structure” idi. Albümde sondan bir önceki şarkı. Uzun süre tamamlanmadan öylece bekledi.

JL: Uzun bir süre içinde bir şeyler eksikti.

SE: Asla oturtamadığımız bir bölümü vardı.

CF: Sonunda yolunu bulduğunda grupça en sevdiğimiz şarkılardan biri oldu. Ama gerçekten çok zaman aldı.

SE: En kolayı “Señor Siniestro” olabilir, çünkü albümden önce uzun süre canlı çalmıştık. Bir yıl boyunca sahnede icra ettiğimiz bir şarkıydı. Kayıt sürecine geçtiğimizde hepimiz “Evet, şu an ne yapacağımızı biliyoruz!” modunu açmıştık.

CR: “18 Wheeler” için de aynısı geçerli. Onu da yaklaşık bir yıl boyunca turnede çaldık.

CF: “Four” da oldukça kolaydı diyebilirim. Çok hızlı bir şekilde bir oturdu. Ama kayıttan sonra bizi biraz zorladı, şu pedal sorunu yüzünden…

Pedal sorunu nedir?

CF: Pedal yapması gereken şeyi yapmıyordu.

JL: Başta yapıyordu, sonra bir noktada “Yok ya, vazgeçtim!” diyeceği tuttu.

CF: Yaptığı şeyi kaydetmiştik, sonra devamında asla aynı şeyi yapmadı.

Tam David Lynch hayranı olacak insanlara benziyorsunuz. Kendisiyle özel bir bağınız var mı?

CF: En sevdiğim David Lynch filmi Mulholland Drive. İlk izlediğimde saatlerce sessizce oturup düşündüğümü hatırlıyorum.

JL: Eraserhead de harika.

SE: Biliyor musun, albüm sürecinde kliplerimiz için ilham kaynağı olarak onun işlerine çokça baktık aslında.

JL: Şu film var ya, adam “Telefonunu aç” diyor, hem diğer adamın karşısında duruyor hem evindeki telefondan konuşuyor. Neydi o?

CF: Lost Highway.

JL: Evet. O film üstümde inanılmaz rahatsız edici bir his bırakmıştı.

CF: Deniz, Barry Adamson’ı biliyor musun?

Evet.

CF: Brighton’da yaşıyor, arkadaşımızdır. Lost Highway’deki caz bar sahnelerinde duyduğun birkaç parçayı o yapmıştı.

The Bad Seeds’te de çalmıştı, değil mi?

CF: Evet.

SE: O da efsane bir gruptur.

Sık sık rüya görür müsünüz? Rüyalarınızın şarkı yazımınızı etkilediğini düşünüyor musunuz?

JL: Küçükken hep sahnede, büyük kalabalıkların önünde çalmak, insanların coşmamızı izlemesini isterdim. O yüzden her böyle konser verdiğimizde çocukluk hayalim gerçekleşmiş gibi hissediyorum.

CF: Bir dakika. Hayaller ve hedeflerden mi bahsediyorsun, yoksa uyurken gördüğümüz rüyalardan mı?

Uyurken gördüğünüz rüyalardan. İsterseniz hayallerden de bahsedebilirsiniz tabii. (kahkahalar)

CF: Şahsen pek rüya görmem, ama geçenlerde korkunç bir şey gördüm. Rüyamda rastalarım vardı. Kesmek zorunda kaldım, korkunç görünüyordu. O kadar uzun süredir saçımı uzatıyorum ki… Rüyadaysa kesmem gerekti. Uyandığımda gerçek olmadığı için çok rahatlamıştım. Ne kadar kibirli bir kâbus, değil mi? Affedilir yanı var mı sence? Sanmıyorum.

SE: Rüyalarım çok garip oluyor, genelde pek mantık içermiyor. Tabii hatırlarsam.

CF: Aynen, bir de çok çabuk unutuyorum rüyalarımı. Ancak gerçekten travmatik bir şeyse detayları hatırlayabiliyorum.

SE: Geçen yıl IDLES ile turneye çıkmıştık. Dönüş yolunda “İsterseniz bizim otobüsle Londra’ya dönebilirsiniz” dediler. Otobüse bindim, uyuklarken hayatımın en net rüyasını gördüm. Hepimiz otobüsten inmişiz, sınır kontrolüne gitmişiz. Bir anda ortalık karışıyor. Ses teknisyenlerinden biri deli gibi içiyor, olay çıkarıyor falan. Her şey o kadar gerçekçiydi ki… Bu, hatırladığım son yoğun rüya sanırım.

JL: O turnede bir ara sürekli aynı rüyayı görüyordum. Paris’te bir after party vardı, herkes oraya gitmişti. Otobüste sadece ben ve Caleb kalmıştık. Bir uyuyup bir uyanıyordum ve sürekli rüyamda herkesin otobüse geri döndüğünü görüyordum. Sonunda gerçekten döndüklerinde, “Lan yine mi aynı rüya?” diye bağırdım, ama değildi. Gürültülü oldukları için uyandım ve bayağı sinirlendim.

CR: Ben hiçbir şey görmüyorum.

Sizi gerçekten sarsan, unutamadığınız bir canlı performans söyler misiniz?

CF: İlk olarak, Brighton’da izlediğim Death Grips’i saymalıyım.

Dağıldıklarını duydunuz mu? Çok taze bir haber.

SE: Ne?!

CF: Ne kadar taze?

Dün (9 Şubat) konuşuluyordu.

CF: Son birkaç gündür telefonlarımıza pek bakmadık.

SE: İnanılmaz!

CR: Hiç bilmiyordum. Vay be.

Resmi olarak doğrulanmadı ama kesin haber gibi görünüyor.

CF: Baktığında uzun süredir bir şey yapmıyorlardı. İnternet ortamında da pek aktif değillerdi, röportaj falan vermiyorlardı. Ama evet, en sevdiğim performanslardan biri Brighton’daki Death Grips konseriydi. Normalde konser alanı bile olmayan bir gece kulübünde çaldılar ve kapasitenin üzerinde insan alındı. Sahnedeki tek ışık bir UV ışığıydı ve ortalık bildiğin kaostu. Müthişti.

SE: Ön grupları yoktu. Sahneye çıkana kadar arka planda tek bir ses çalıyordu.

CF: Shepard tone denen bir şey var. Sesin sürekli yükseliyormuş gibi duyulmasını sağlayan bir işitsel illüzyon. Bilimsel dinamiği şu: Sese sürekli yeni bir frekans alttan ekleniyor, ama o kadar düşük seviyede başlıyor ki fark etmiyorsun. Sonra giderek yükselip en üst seviyeye çıkan ses kayboluyor, alttan gelen ses devam ediyor ve bu bir döngü olarak devam ediyor. Bu sayede o yükseliş hiç bitmiyormuş gibi geliyor.

SE: Evet, bu da seyircide büyük bir gerilim oluşturuyordu. Sonunda sahneye çıktıklarında herkes konsere iyice hazırdı.

CF: Aynı turnede Village Underground’da da izledim, orada da aynı şeyi yaptılar. Gerçekten inanılmazdı.

Son konserleri de bayağı olaylı geçmiş. İnsanlar sürekli sahneye objeler fırlatmış, onlar da bu yüzden konseri yarıda kesip sahneden inmişler.

CF: Vay be.

SE: Nerede olmuş bu?

Emin değilim, uzun zaman önceydi. Birçok sosyal medya yorumu olayın nasıl geliştiğini detaylıca anlatıyordu. (Düzelti: Bu hadise aslında DP’nin sondan bir önceki konserinde, Fayetteville Arizona’da, 13 Ekim 2023’te yaşandı. -ed.) 

JL: YouTube’da Paradiso Amsterdam konserleri var, o da efsane.

CF: Efsane konserdi.

JL: Bir konser için motivasyona ihtiyacım olursa onu açıp izliyorum. Soundcheck ile başlıyorlar konsere, o esnada bile seyirci delirmiş durumda. Sonra asıl konser başlayınca ortalık tam anlamıyla kaosa dönüyor. Şu ana kadar çekilmiş en iyi el kamerası kayıtlarından biri.

CF: İlk şarkılardan biri “Black Paint”, ki bence değeri bilinmeyen bir şarkı. En iyilerinden biri ama pek konuşulmuyor.

JL: Benim en iyi konser anım Pixies ile. 2011’de yeniden bir araya geldiklerinde Manchester’da izlemiştim. Tam 39 şarkı çaldılar, hem de baştan sona tek kelime etmeden. Sahneye çıkıp iki saat boyunca mükemmel bir set sundular ve hiçbir şey demeden çekip gittiler. Batman gibilerdi, yüzlerini bile göremiyorduk. Baştan sona kusursuzdu.

CR: Benim için ilk sırada muhtemelen Refused’u ilk kez 2000 Trees Festival’de izlediğim konser var.

JL: Evet, ben de oradaydım. Fena bir mosh pit vardı. Birileri festival alanının diğer tarafından çadır getirmişti ve pit içinde onun altına girerek delirmiştik. Dennis Lyxzén sahneden aramıza atlamıştı falan… O grup benim için büyük bir ilham kaynağıdır.

CF: Bir de ilk kez The Psychotic Monks ile çaldığımız zamanı anmam lazım.

Hepsi: (onaylayan sesler)

CF: Hepimiz izledik. Biliyor musun onları?

Evet, ama canlı izlemedim. Merak ediyorum.

CF: Dünyanın en iyi canlı grubu.

CR: Gerçekten inanılmazlar.

JL: Akıl almaz bir şey.

SE: O gün ortalık bomboştu ama. Toplasan 20 kişi ya var ya yoktu.

JL: Hastings’te bir barın üst katında çaldılar.

CF: Biz de son dakika o konsere dahil olmuştuk. Soundcheck’i yaptılar, biz daha orada “Ne oluyor lan?!” diye birbirimize baktık. Sahneye çıktılar, en öne geçip tamamen büyülenmiş bir şekilde izledik. Yaklaşık bir saat çaldılar ama tek bir anı bile sıkıcı değildi, sürekli bir gerilim ve enerji vardı. Hepimiz “Dünyanın en iyi grubu işte bu!” dedik.

JL: Müziği icra edişleri ve şarkı yazım tarzları muhteşem.

CF: Sahnede tam anlamıyla bir bütün gibiler.

SE: O günden sonra birkaç kez daha birlikte çaldık, her seferinde üstümüzde aynı etkiyi bıraktılar.

CF: Hatta birkaç ay önce yine beraber sahne aldık.

Şimdi onları izlemek için daha da meraklandım!

CF: Kesinlikle izlemelisin!

JL: Albümleri de harika, yanlışlık olmasın; ama sahnede bambaşka bir şey oluyorlar.

SE: Aynı zamanda çok tatlı insanlar.

CF: Evet ya! Hatta biraz çekingen bir halleri var; ama sahneye çıktıklarında hayatında görebileceğin en vahşi şeye dönüşüyorlar. Bu arada The Jesus Lizard konserini de listeye ekliyorum. Hepimiz ocak ayında izledik ve sanırım uzun bir süre gördüğümüz en iyi şeylerden biri olarak kalacak.

Xiu Xiu’yu canlı izlediniz mi?

CF: Evet. Xiu Xiu benim en sevdiğim gruplardan biri aslına bakarsan.

Jamie de çok tatlı biridir. O da burada, Berlin’de yaşıyor.

CF: Sanırım gitaristimiz Anton Xiu Xiu’nun bir konserinde sahne görevlisi olarak çalışmıştı.

Anton Mocock: (odanın diğer tarafından bağırarak) Çok tatlı insanlar! En son gördüğümde beni önceki konserden hatırlamalarına bayağı etkilenmiştim.

JL: Dünyanın en ürkütücü müziğini yapıyorlar. (gülüşmeler)

SE: Kapağında yarasa olan albümleri hangisiydi?

CF: Ignore Grief.

SE: Hah, evet o! Büyüleyici bir albüm.

CF: Gerçekten en sevdiğim gruplardan biri. Son iki yıldır üst üste Spotify’da en çok dinlediğim grup oldular, muhtemelen bu yıl da öyle olacaklar. Turun ilk günü Lizbon’da koşuya çıktım, arka arkaya iki Xiu Xiu albümü dinledim. Turdan bir gün önce de uçakta dört Xiu Xiu albümünü baştan sona dinlemiştim.

SE: Cal uçakta bana dönüp, “Şu albümü indir, bana güven!” dedi. İki saat boyunca neye uğradığımı şaşırdım. Camdan dışarı bakıp, “Ne oluyor lan?!” moduna geçtim.

JL: Travma yaşadı (gülüyor).

SE: Aynen. Eşsiz bir deneyimdi.

CF: Cidden dünyada en sevdiğim gruplardan biri.

Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. DITZ’in anıt taşında hangi şarkı sözünüz yazsın isterdin?

JL: Şarkı sözlerini biz yazmıyoruz, Cal yazıyor, o yüzden… (gülüşmeler)

CF: Yani, yine de fikriniz olabilir tabii.

Tabii ki, hepinizin fikri önemli.

CF: Yeni albümdeki “Senor Siniestro” şarkısının açılış dizeleri şöyle: “Ölüm gibi hissediyorum. Acaba o da benim gibi mi hissediyor?” Sanırım yazdığım en iyi sözlerden biri bu. Genelde böyle kısa, vurucu cümleler yazmam ama bence bu tam yerine oturdu.

SE: Hatırlatsana, biri bir bize bir kitapta bu sözleri gördüğünü mü söylemişti?

CF: Hayır, sadece kitaptan bir alıntıya benzettiğini söyledi, ama o kitabı okumadım. Yazarını biliyorum ama-

SE: Evet, doğru. “Bu söze bayıldım, bana şu kitabı hatırlattı.” demişti.

CF: José Saramago’nun bir kitabıydı, ama bahsettiği kitabı hiç okumadım. Körlük romanını okudum, o bayağı iyiydi. Bu arada Lizbon’a uçarken de Fernando Pessoa okuyordum, kendimi güzelce Lizbon havasına sokayım dedim. Lizbon edebiyat külliyatı hayli etkileyici bir şehir, o yüzden mantıklı geldi.

DITZ’in Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.