“Bu başlıkla ironi yapmayı mı hedefliyorum? Şaka mı yapıyorum? Belki de ciddiyimdir. Ama hangi bağlamda? Şahsi mi, siyasi mi? Bu şarkıların gayesi, hayali veya imkansız görünen bir yeri tasvir etmek değil. Haşa, doğrudan içinde yaşadığımız dünyayı anlatmaya yeltenen şarkılar bunlar. Kanımca çoğumuz içinde bulunduğumuz, bizzat şekillendirdiğimiz dünyadan memnun değiliz. Bir çevremize bakınmamız, ‘başka türlüsü olamaz mıydı?’ diye sormamıza yetiyor. Öbür yollara bakınmaya ve gerekli soruları sormaya yönelik şarkılar bunlar.”
American Utopia için “David Byrne’ün 14 yıllık bir aradan sonraki ilk albümü” lansmanını kullanmak yanıltıcı bir tercih elbette. Kendisi bundan 10 sene önce bir “ortaklıklar üçlemesi”ne başlamış; sırasıyla Brian Eno, Fatboy Slim ve St. Vincent ile her birine bayıldığımız kayıtlar ortaya çıkarmıştı. Solo albüm adı altında yayımladığı son eserin 2004 tarihli Grown Backwards olduğu ise doğrudur. O günden bu yana neler görmüş geçirmişiz; ama sanki hiç yaşlanmamış kendisi. Sesi Talking Heads‘i yürüttüğü günlerden -bir zahmet- biraz daha olgun çıkıyor artık, ama müzikal dehası hala o eski enerjiyi taşıyor içinde. “I Dance Like This” naif melodilerle açılıp, kısa sürede kıpır kıpır bir tehditkarlığa bürününce anlıyoruz bunu. “Everyday is A Miracle”ın katıksız iyimserliğinden, “Bullet”ın ciddi konulara gereken ciddiyeti gösterirken bütünlüğün asla zarar görmemesinden anlıyoruz. Eski dost Eno’nun eşlik ettiği inanılmaz renkli “Everybody’s Coming to My House” ise öne çıkan bir başka şarkı.
Belki de düşündürmeyi ilkin bıraktığı intiba kadar amaçlamayan, ancak bir şekilde gündeme karşı ayık kalmaya teşvik eden; kıyamet arifesinde insanı dansa kaldıran bir albüm American Utopia. Hatta belki de kıyametin ötesine, bir nevi yeniden doğuşa özlemle bakan bir albüm. Taşıdığı iyimserliğin tamamı da buradan geliyor olsa gerek. Hepsi 3-4 dakika civarında seyreden, kendi başına güçlü 10 şarkıyı içeriyor. Ve açıkçası biraz fazla hızlı bitiyor. 70’ine yaklaşan bu ihtiyar delikanlıdan yepyeni, kısa ama öz bir iş duyabiliyor olmak ise bir ölçüde kesiyor bizi. Elbette “kendi Trump karşıtı albümünü yayımlayanlar” kervanına katılmasa bir eksiklik hissederdik, artık bu eksikliği de kapatmış oldu. Neresinden bakarsak bakalım, kendi vizyonunu müziğine samimice katan gerçek bir ilham kaynağı David Byrne. Takipteyiz.